Birçok bedensel his belirli bir aksiyonla yakından ilişkilidir. Örneğin, acıkmak yemek yemekle, kaşınıyor olmak kaşınmakla ilişkilidir.
Kaşınmak istemek ve kaşınmak birbiriyle bayağı yakınlar, o kadar yakınlar ki Türkçede “kaşınmak” hem kaşınmak istemek hem de bu eylemi yapıyor olmak anlamına gelir. Aralarında birinin diğerini cezbettiği zihinsel bir bağlantı var. Şu konuşma metninden de anlayacağımız gibi:
—Deli gibi kaşınıyorum.
**Neden kaşınmaya direniyorsun?
—Kaşınmanın sonu yok.
**???
Diyalogda geçtiği gibi, asla sonu gelmiyor. Sivrisineğin sizi ısırdığını ve asla kaşınma isteğinizin geçmediği zamanı düşünün.
Kaşınma doğuştan gelen bir refleks reaksiyon olabilir mi? HAYIR. Kaşınma doğuştan gelen bir refleks reaksiyon değil. Hiç değilse gözümüzü kırpmamız, ya da doktorun dizimize vurduğunda hareket etmesi gibi değil.
Gerçek reflekslere nazaran bir noktada kaşınmaya karşı koyabiliyoruz. Hatta bazen kaşımak daha kötü sonuçlara da neden olduğunu biliyoruz. Refleks sonucu oluşan reaksiyonun insana zarar verir nitelikte olmaması gerekir. O yüzden ki kaşınmak, gerçek refleks gibi değildir, bilinç kontrolü altındadır.
Kaşıntıların kaşınması doğuştan görünüyor (ama değil). Evrimsel olarak incelediğimizde kaşınmak, memeli şubesinde ve küçük çocuklarda görülür. Bu da akla makul bir hikâye getiriyor: eski çağlarda ısıran böcekleri uzaklaştırmak için ya da daha bilimsel olarak histaminin antijene bir bağışıklık yanıtı olarak vücuda yayılması sonucu kazanılmış bir hissin ortalaya çıkışı.
Filozof D.M. Armstrong kaşınma konusunu daha makul ve ayrıntılı düşünülmüş bir şekilde açıklıyor. Ona göre bu karakteristik bir reaksiyon olabilir yani bu davranışsal olarak sayılmayan sadece zihinsel bir durum olabilir. Vücutta bir nokta kaşınıyorsa sırf kaşıntıyı durdurmak adına orayı kaşıyor olabiliriz. Bazen de daha kötü olacağını bildiğimiz için kaşınma duygumuzu bir kenara bırakırız, kaşımayız. Armstrong’a göre kaşıntı anında ilk akla gelen istektir kaşınmak.
Ona göre bu akla ilk gelen istekle, akıllıca verilen karar yer değiştirebilir. Armstrong’un istek olarak tanımlaması aksine “dürtü” daha kabul edilebilir bir ifadedir. İstek yerine kaşınmaya dürtü demek daha doğru olur. Çünkü genelde biz bedensel hislere dürtü deriz, mesela idrar yapma ve dışkılama dürtüsü gibi.
Evet, aslında kaşınmak bir dürtüdür. Kaşınmanın birden çok nedeni olabilir; böcek, fark edemediğimiz organizmalar, hastalık vb. Kaşınmanın nedeni henüz tam anlamıyla açıklanabilmiş değil. Bu konuda bilinen birçok şey farelerin kaşıntı mekanizmasından gelmektedir.
Araştırmacılar, derilerindeki kaşıntı sinyallerinin acı ile ilişkili alt-sınıf sinirler aracılığıyla iletildiğini keşfetmiştir. Bu sinirler natriüretik polipeptid B molekülü üretir. Bu molekül omurilikten beyne giden sinyali tetikler. Ve kaşınma hissini ortaya çıkarır. Kaşımak deriye kısa süreli uygulanan bir hafif bir acıdır bu da kaşınma hissini baskılar.
Bir nevi ‘rahatlamak için dikkat dağınıklığı ortaya çıkarmak’ denebilir.
Zamansız bir kaşıntının verdiği rahatsızlığı hepimiz yaşamışızdır, peki hiç neden kaşındığımıza kafa yordunuz mu? Ortalama bir insan her gün düzinelerce kaşıntıya maruz kalır. Kaşıntı pek çok sebepten kaynaklanabilir; alerjik reaksiyonlar, kuruluk ve hatta hastalıklar dâhil. Bir de hiçbir neden yokken oluşan ya da sadece bahsi açılınca ortaya çıkan gizemli kaşıntılar var.
Şu anda kafanı kaşıyorsun, değil mi? Neyse, şimdi en yaygın nedenlerden birini ele alalım: Böcek ısırıkları. Bir sinek seni ısırdığında, kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir bileşim olan antikoagülanı vücuduna salgılar.
Hepimizin hafif alerjik olduğu o bileşen, kılcal damarlarımızı şişiren bir kimyevi olan histaminin salgılanmasını tetikler. Bu, algılanan tehditle vücudun bağışıklık tepkisinin hızlanmasını sağlayan hızlanmış kan akışına olanak sağlar. Bu şişmeyi açıklar ve polenin gözleri şişirmesiyle de aynı nedendir.
Histamin ayrıca kaşınmada rol oynayan sinirleri harekete geçirir ki bu böcek ısırıkları kaşınmasını açıklar. Yine de bu kaşıntı hissi tamamem anlaşılamamıştır. Hatta, bildiğimiz çoğu şey farenin kaşıntı mekanizmasının araştırılmasından gelmektedir.
Araştırmacılar, derilerindeki kaşıntı sinyallerinin acı ile ilişkili alt-sınıf sinirler aracılığıyla iletildiğini keşfetmiştir. Bu söz konusu sinirler, omurilikten beyne uzanan, kaşıntı hissinin tetiklendiği natriüretik polipeptid B molekülü üretir.
Kaşıdığımızda, tırnaklarımızın cildimizde yaptığı hareket kaşınma hissini bastıran düşük seviyeli bir acı sinyaline neden olur. Rahatlama hissini yaratan bir oyalama gibidir bu. Yani, kaşıntının altında gerçekten de evrimsel bir amaç mı yatıyor, yoksa sadece bizi sinir etmek için mi var? Başlıca teori, derimizin, bizi dış dünyadaki tehlikelerden korumak için temastan hemen haberdar olacak hâle ulaşmış olmasıdır.
Biraz düşünün.
Otomatik kaşıntı tepkimiz cildimizde gizlenen zararlı herhangi bir şeyi kovabilir; mesela zararlı bir sokma, ısıran bir böcek ya da zehirli bir bitkinin filizleri gibi. Bu dışarıdaki tehditlerden güvende olan vücutlarımızın içinde, örneğin bağırsaklarda, neden kaşıntı hissetmediğimizi açıklayabilir; yine de nasıl delirtici bir şey olabileceğini hayal edin.
Bazı insanlar için, sinir yollarındaki aksaklıklar, sağlıklarına zarar verebilecek aşırı bir kaşıntıya sebep olabilir. Bir uç örnek, insanların vücutlarının mayt veya pirelerle dolu olduklarını, derilerinin üstünde ve altında gezdiklerini sandıkları, aralıksız olarak kaşınmalarına neden olan delüzyonel parazitoz adında psikolojik bir durumdur.
Hayali kaşıntı adı verilen diğer bir olay da ampütasyon geçirmiş hastalarda meydana gelmektedir. Çünkü bu yaralanma, sinir sistemine o kadar ağır bir zarar verir ki vücudun normal sinir sinyallerini karıştırır ve artık orada olmayan uzuvlarda hisler yaratır.
Doktorlar, artık bu kaşıntı bozuklukları için tedavi yolları buluyor. Hastalara, geride kalan uzvu kaşırken bir ayna yansıtılır. Bu da beyinde hayali kaşıntının giderildiğine dair bir yanılsama yaratır. İşin tuhafı, bu gerçekten de işe yarar.
Araştırmacılar ayrıca kaşınmayla ilgili genleri araştırıyor ve aşırı vakalarda görülen, kaşıntının yolunu kesecek tedaviler geliştiriyorlar.
Eğer geçmeyen bir kaşıntı şahsi cehenneminiz gibi hissettiriyorsa, bilin ki Dante de sizinle aynı fikirde. İtalyan şair, insanların sonsuza kadar kaşıyacakları çukurlarda cezalandırıldıkları cehennemin bir bölümü hakkında yazmıştı.