Jump to content

Tolga A.

Bilim Üyesi
  • İçerik sayısı

    31
  • Katılım

  • Son ziyaret

  • Zafer Günleri

    2

Tolga A. kullanıcısının paylaşımları

  1. Kritik zamanlarda yardımcı olacak 8 Hayat Kurtaran Hareket olarak listemize yer veriyoruz. Bir durum gerçekten kötü gibi göründüğünde ve bundan çıkış yolu yokmuş gibi görünse bile, beynimiz aslında bu konuda oyun oynayabilir. Kritik durumlarda, yani beyin bir risk veya tehdit algıladığında, hayatta kalma sistemini harekete geçirir ve hemen hayat kurtaran bazı şeyleri harekete geçirmeye hazır hale gelir. Hayat kurtaran bu listeyi bilmekte fayda var. Bazı tehlikeli durumlarda hayat kurtaran maddeleri listeledik. 1. Zehirli bir akrep ısırığı sonrasında yapılması gerekenler Genellikle sağlıklı yetişkinlerdeki akrep ısırıkları oldukça acı vericidir. Ancak her zaman yaşamı tehdit edici özellikte değillerdir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde, çoğunlukla Güney Batı'daki çölde bulunan kabuk akrep adı verilen bir tür vardır. Biraz daha koyu olan açık kahverengidir. Yaklaşık 5-8 cm uzunluğundadır. Şiddetli semptomlara neden olacak kadar güçlü zehri vardır. Bu yan etkiler sığ ve hızlı nefes alma, yüksek tansiyon, hızlı kalp atışı, halsizlik ve kas seğirmelerinden oluşabilir. Bu tür bir akrep tarafından ısırıldığınızı düşünüyorsanız, derhal tıbbi yardım alın. Ayrıca, doğru panzehirin size verilebilmesi için,akrebi dikkatlice yakalamaya çalışmalı veya fotoğrafını çekip doktora götürmelisiniz. 2. Alerjik reaksiyon esnasında yapılması gerekenler Güneş veya meyve gibi en masum şeyler bile bazı insanlarda alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Bunlardan en tehlikeli olanı, ölümcül olabilen anafilaksidir. Anafilaksi belirtileri; cilt reaksiyonları, hırıltılı solunum veya nefes almada zorluk, baş dönmesi, zayıf ve hızlı nabız, baş dönmesi, yüzde şişme ve daha fazlası olabilir. Bu durumun derhal tedavi edilmesi gerekir! Bu nedenle, yanınızdaki birinin başına anafilaksi gelmişse hemen 112’yi arayın. Ek olarak, aşağıdaki hayat kurtaran eylemlerle de yardımcı olmaya çalışabilirsiniz. Epinefrinleri olup olmadığına bakın ve kullanın. Kişiyi sakin tutun. Sırt üstü yatmalarına yardım edin. Kusuyorlarsa veya kanıyorlarsa yan çevirin. 3. Karbon monoksit zehirlenmesi sonrasında yapılması gerekenler Bu gazın kokusu veya tadı yoktur. Bu yüzden, kendinizi kötü hissetmeden önce soluduğunuzu bile fark etmeyebilirsiniz. Zehirlenmenin semptomları her zaman belirgin değildir. Ancak belirtileri arasında; gerilim tipi baş ağrısı, baş dönmesi, yorgunluk ve kafa karışıklığı, nefes darlığı ve nefes almada güçlük bulunmaktadır. Evinizde karbon monoksit gazı sızıntısı olduğunu fark ederseniz, aşağıdakileri yapın. Tüm cihazları kullanmayı bırakın ve kapatın. Alanı havalandırmak için kapıları ve pencereleri açın. Derhal evinizden veya dairenizden çıkın. Kalp atış hızınızı yükseltmemek için sakin olun. Bir doktora görünün. 4. Kasırga sırasında yapılması gerekenler En güçlü ve şiddetli kasırgalar ciddi yıkıma neden olabilse de, bunlar nadirdir. Çoğu kasırga çok daha zayıftır ve aşağıdakileri yaparsanız bir kasırga hayatta kalmak mümkündür. Banyo gibi en alt katta bir bodrum katı veya penceresiz bir oda bulun. Pencerelerden uzak durun. Ağır bir masa gibi sağlam bir şeyin altına girin. Bir battaniye veya şilte ile örtün. Başınızı mevcut herhangi bir şeyle koruyun. 5. Donma sonrasında yapılması gerekenler Dışarıda çok uzun süre soğukta kalırsanız ve vücudunuzun bazı kısımlarını soğuk ve ağrılı hissederseniz, donma sorunu yaşıyor olabilirsiniz. Eğer durum daha ciddiyse, sürekli titremeye veya hızlı nefes almaya neden olabilen hipotermi belirtileriniz de olabilir. Bu durum derhal tedavi edilmelidir ve profesyonel yardımı aramadan önce aşağıdaki önlemleri almanız gerekir. En kısa sürede sıcak bir yere gelin. Hasarlı bölgeye herhangi bir baskı uygulamayın. Donmuş alanı 104ºF ila 105.8ºF (40ºC ila 41ºC) sıcaklıkta (yani sıcak değil ama ılık) suyla dolu bir banyoya koyun. 6. Zehirli mantarlar nasıl tespit edilir? Mantar aramak isteyen herkesin, güvenli olanları zehirli olanlardan nasıl ayırt edeceğini öğrenmesi gerekir. Bu, görsel özellikleri kontrol ederek yapılabilir. Kapağın şemsiye şeklinde olup olmadığını kontrol edin. Eğer öyleyse, zehirlidir. Mantar kapağındaki pulları arayın. Birçok zehirli mantarın kapağında beyaz mantarlar üzerindeki kahverengi pullar veya kırmızı mantarlar üzerindeki beyaz siğiller gibi renksiz lekeler bulunur. Toksik mantarları bir spor rengiyle tanımlayın. Güvenli mantarların beyaz spor izi varken ölümcül olanların paslı kahverengi bir sporu vardır. 7. Şiddetli kanama esnasında yapılması gerekenler Bu durum çok ciddi ve hayati tehlike arz ediyor. Bu nedenle, hastaneye gitmeden önce bunları hemen yapmalısınız: Yarayı kaplayan giysiyi çıkarın veya sıyırın ama o anda yarayı temizlemeye çalışmayın. Üzerine steril bir bandaj yerleştirin. Bandajı, kanama durana kadar avucunuzla sıkıca bastırın. Vücut ısısının düşmesini önlemek için kişiyi bir battaniye ile örtün. 8. Yılan saldırısı sonrasında yapılması gerekenler Şanssız şekilde evinizde veya başka bir yerde bir yılana rastlarsanız, size saldırmasını önlemek için aşağıdakileri yapın. Sakin olun. Sessiz ve yavaş hareket edin. Dokunmaya veya tutmaya çalışmayın. Hareketlerini sınırlamak için ağır bir battaniye veya bir parça bezle örtmeye çalışın. Gelip yakalamaları için özel bir servisi arayın. Bak Ne Dicem arşivinden | Kaynak ve Detaylı Okuma: https://bit.ly/3BYIrcr
  2. Geçen yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde evcil hayvan sahipliği artış gösterdi. Bu da hanelerin yaklaşık üçte ikisinin, yani yaklaşık 85 milyon ailenin, evcil hayvan edindiğini gösteriyor. Dahası, bu faydalar arkadaşlığın ötesine geçiyor. Uzmanlar, evde evcil hayvan bulundurmanın fiziksel ve zihinsel sağlık yararları olduğunu söyledi. Evcil hayvanlar, özellikle pandemide, insanlara zihinsel ve fiziksel olarak yardımcı oluyor. COVID-19 salgını, dünya çapında birçok kişiyi yeni evcil hayvan sahipleri olmaya sevk etti. Zaten evcil hayvan sahibi olan kişileri de yeni bir tane sahiplenme doğrultusunda yöneltti.. Bu, belirsizlik, kilitlenmeler, uzaktan çalışma ve okullaşma gibi yeni zorluklarla yüzleşirken bile geçerlidir. Purdue Üniversitesi Hayvan Refahı Merkezi Profesörü Candace Croney, “Bu konuda bir dizi çalışma (Purdue Üniversitesi’ndekiler de dahil) yapılmıştır. Bu çalışmalar, insan-hayvan dostluğunun insanlara birçok fayda sağladığını göstermiştir” dedi. Croney, “En önemlileri arasında, düşük kan basıncı, kardiyovasküler sağlıkta iyileşmeler ve kardiyovasküler hastalıkların iyileşmesini gösterebiliriz. Dahası, muhtemelen köpek dostlarıyla birlikte yaptıkları yürüyüş onlara iyi geliyor. Bunun sonucu olarak da, azalan obezite seviyeleri gibi iyileşen durumdaki sonuçlara ilişkin bağlantılar var” dedi. Konuşmasının devamında, “İnsan-hayvan arkadaşlığı ve zihinsel sağlık etkileri arasındaki ilişkiler de çok derindir. Örneğin; evcil hayvan besleyen insanlar sıklıkla azalmış stres, endişe ve hatta depresyon duygularına sahiptir. Ayrıca, psikolojik stresten daha hızlı sıyrılma, azalan yalnızlık duygusu ve daha fazla sosyal destek seviyesine de sahip oluyorlar”dedi. Croney, pandemi nedeniyle evde kalma kararlarının bir sonucu olarak, hayvan dostlarıyla bağların güçlendiğini de ekledi. Croney, “Zoom ve evden yapılan diğer iş görüşmeleri sırasında evcil hayvanları görmek artık sıradan oldu. Bu da, çoğu olmasa da evcil hayvanların insanlarıyla daha fazla iletişim kurduğunu gösteriyor,” dedi. Ayrıca, “İnsanlar sık sık hayvan dostlarının kendileriyle daha fazla etkileşime girdiklerini dile getiriyorlar. Bu olumlu temasın da, oyun ve karşılıklı sevgi gösterisi başlattığını söylüyorlar.” Bu tür etkileşimlerin, oksitosin gibi sosyal bağı kolaylaştıran iyi hissetme hormonlarının salınmasıyla bağlantılı olduğunu söyledi. Yapılan çalışmalar, evcil hayvan sahipiğinin Covid-19 kısıtlamalarında oldukça faydalı olduğunu ortaya koydu. Evcil hayvanların izolasyondaki faydaları yeni değil Bu konuda yapılmış bir çalışmanın iki yazarı, insan-hayvan bağının sayısız faydalarından bahsetti. Pittsburgh Üniversitesi Sosyal Hizmet Okulu’nda Araştırma Görevlisi Mary Elizabeth Rauktis, “Evcil hayvanlar, evdeki doğal sosyal desteklerdir” diyor. “İnsanların küçük bir yüzdesi terapi hayvanıyla etkileşime girebiliyor. Yüzde 50’den fazlası ve hatta daha yaşlı yetişkinler de evcil hayvanlara sahip. Böylece evcil hayvanlar evde doğal olarak oluşan bir destek kaynağı oluyor” şeklinde konuşmasını sürdürdü. Rauktis, evcil hayvanların yaşlılara “sosyal sermaye; yani köpek gezdirmeyi veya evcil hayvanlarıyla sosyal medyayı kullanmalarını” sağladığını ifade etti. Toledo Üniversitesi’nde Sosyal Hizmet araştırmacısı Doç. Dr.Janet Hoy-Gerlach, “COVID nedeniyle sosyal izolasyondaki artış göz önüne alındığında, insan-hayvan bağının faydaları yakın insanlık tarihinin diğer dönemlerinden daha önemli olabilir” dedi. Evcil hayvan sahipliğinde dünya çapında artış Birleşik Krallık’ta yapılan bir anket, evcil hayvanlarının pandemide büyük bir rahatlık kaynağı olduğunu ve insanların pandemiyle baş etmelerine yardımcı olduğunu ortaya koydu. 5 bin 926 katılımcının 5 bin 323’ünün (yüzde 89,8) en az bir evcil hayvanı vardı. Ankete katılanların çoğu, evcil hayvanlarının, bu durumla duygusal olarak başa çıkmalarına yardımcı olduğunu belirtti. Çalışma, “hayvan sahibi olmanın, COVID-19 kısıtlamasının bazı zararlı psikolojik etkilerini hafiflettiği” sonucuna vardı. Kısıtlama sona erdiğinde ne olur? Kısıtlamalar kaldırılınca ve insanlar işe döndükten sonra, hem evcil hayvanların hem de sahiplerinin bir ayarlama yapması gerekecek. Croney, “İnsanlar iş için dönmeye başladıklarında, evcil hayvanlarıyla geçirmeleri gereken zamanın azalabileceği öngörülebilir. Pek çok evcil hayvan için bu, zor bir geçişe neden olabilir. Hatta bu durum, bazı insanlar için de zor olabilir” dedi. “Evde kalma kararları sırasında hayvanları sahiplenenler bu süreci iyi yönetmeliler. Çünkü bu hayvanların bakımları için önceden plan yapmaları özellikle önemlidir” diyerek sözlerini tamamladı. Bak Ne Dicem arşivinden | Kaynak ve Detaylı Okuma: https://bit.ly/3BUMIxB
  3. Yeni bir bilgisayar, araba fiyatında olabilir. Ve maalesef, onu eve götürdüğünüz anda da değerini büyük ölçüde kaybeder. Bu nedenle, rotanızı kullanılmış veya ikinci el bilgisayar almak için değiştirmeniz gerekebilir. Dışarıda çok büyük bir kullanılmış bilgisayar pazarı bulunuyor. Bu da, potansiyel olarak paradan tasarruf edebileceğiniz anlamına gelir. Fakat, kullanılmış veya ikinci el bilgisayar satın almadan önce birtakım yaygın tuzakların da farkında olmalısınız. Bak Ne Dicem arşivinden sizler için derledik. Peki, kullanılmış bir bilgisayar satın almadan önce bilmeniz gereken 5 şey nedir Eviniz veya ofisiniz için kullanılmış veya ikinci el bilgisayar satın almadan önce birkaç kuralı bilmenizde fayda var. Yaklaşık 3 yaşından büyük bilgisayarlardan kaçının Moore Yasası, bilgisayar endüstrisinde, bilgisayarların performansının yaklaşık iki yılda bir iki katına çıkacağını öngören bir kuraldır. Bu hala kabaca doğru. Ancak kişisel bilgisayardaki inovasyonun ortalama hızı son on yılda yavaşladı. 2017 yılında üretilmiş bir bilgisayar, 2020’deki bir bilgisayarla hemen hemen aynı görünür ve aynı performansı gösterir. Ancak almayı düşündüğünüz bilgisayar ne kadar eski olursa, bu noktada maalesef yaşını göstermeye başlar. Yani, işlemci gözle görülür şekilde ağırlaşacak, bilgisayar modern mobil cihazlar için USB-C bağlantılarından yoksun olacak ve stok sabit disk boyutu de inanılmaz seviyelere küçülecektir. Sonuç olarak, yaklaşık üç yıldan daha eski bilgisayarların daha erken bir zamanda değiştirilmesi gerekecektir. Bu da onları sizin için kötü bir yatırım haline getiriyor. Teknik özelliklere bir göz atın Birkaç yıllık bir bilgisayar alıyorsanız, özellikle de bilgisayar konusunda güncel değilseniz, bilgisayarınızı iyi bir değere alıp almadığınızı bilmek zor olabilir. Her şeyden önce, sabit disk sürücüleri (HDD’ler) olan bilgisayarlardan kaçının. Bilgisayarın yaşı ne olursa olsun kesinlikle zorunlu bir katı hal sürücüsü (SSD) düşünün. Ayrıca bu da en az 128 GB olmalıdır. Çünkü, bazı eski dizüstü bilgisayarlarda 64 GB SSD’ler bulunur. Bu boyutta bir hard disk çok da işinize yaramaz. İşlemciye gelince, 7. nesil veya daha yeni bir Intel Core işlemci arayışında olun. 7. nesilden daha eski bir sürümdeki işlemci daha yavaş çalışacaktır. Full HD IPS ekranları da tercih etmelisiniz. TN ekranlar donuk ve soluk görünecektir. Ayrıca, 1920×1080’den daha düşük çözünürlüklere sahip ekranlar, size çalışmanız için yeterli ekran alanı sağlamayacaktır. Dizüstü bilgisayarın pilini kontrol edin Bir dizüstü bilgisayardaki en kritik bileşen pildir. Bu nedenle, eskimiş (ve arızalı) bir pil, kişilerin eski dizüstü bilgisayarını satmasının en yaygın nedenidir. Satın aldığınız cihaz kullanılmış ise, pili hemen test edin. Peki bunu nasıl yapacağız? Tam olarak şarj edebileceğinizden emin olun ve ardından dizüstü bilgisayarınızı pili bitene kadar çalıştırın. Hatta bu testi vaktiniz varsa, ikinci kez de tekrarlayın. Pilin kabul edilebilir bir şarj kapasitesine sahip olmadığını fark ederseniz, pili ucuza değiştiremediğiniz sürece cihazınızı iade etmeniz en mantıklı seçenek olacaktır. Çünkü, eski bir dizüstü bilgisayar için yedek pil almanın zor olabileceğini asla unutmayın. Bilgisayarı kullanmaya başlamadan önce sabit sürücüyü silin Kullanılmış bir bilgisayarın sabit diskine ne kadar güvenebilirsiniz? Cevabınızı duyar gibiyiz; Hiç. Silinmiş ve kullanıma hazır gibi görünse bile, kötü amaçlı bir yazılım yüklenmiş olabilir. Bu nedenle, kullanılmış veya hatta yenilenmiş bir bilgisayarı kullanmaya başlamadan önce sabit sürücüyü kendiniz silmeniz iyi bir fikirdir. Yenilenmiş bilgisayarlara sadık kalın Apple, Dell, HP gibi şirketlerin websitelerinde hem “kullanılmış” hem de “yenilenmiş” olarak faturalandırılan bilgisayarları bulabilirsiniz. Yenilenmiş bir dizüstü bilgisayar veya masaüstü bilgisayar, çalıştığından emin olmak için incelenmiştir. Bir garantiyle birlikte gelir ve çoğu zaman yıpranmış parçalar değiştirilerek yeni gibi bir duruma döndürülür. Bu, özellikle yeni bir pilin takılması gereken bir dizüstü bilgisayar için önemlidir. Kullanılmış bir bilgisayar, genellikle olduğu gibi satılır ve bir garantisi de yoktur. Yenilenmiş bir bilgisayar satın alırken genellikle daha güvenli olsanız da, kullanılmış bir bilgisayar, herhangi bir sorun yaşanması durumunda iade söz konusu olduğu sürece uygun olabilir. Sonuç olarak; ister yenilenmiş ister ikinci el bir bilgisayar satın almış olun, satın aldıktan sonra hızlı ve kapsamlı bir şekilde test ettiğinizden emin olmanız sonradan herhangi bir mağduriyet yaşamamak için oldukça önemli. Bak Ne Dicem arşivinden | Kaynak ve Detaylı Okuma: https://bit.ly/3hHk2kX
  4. Çay ve kahve, dünya çapında en çok tüketilen 2 içecektir. Bazı insanlar çayı tercih ederken, bazıları için kahve her zaman olmazsa olmazdır. Dolayısıyla, “çay mı kahve mi” sorusu, arama motorlarında sıkça aranan sorulardan biridir. Bu yüzden de, sizler için cevaplamaya çalıştık. Bu yüzden de, Bak Ne Dicem arşivinden, çay mı kahve mi daha fayda sağlıyor veya kahvenin neden daha iyi bir alternatif gibi soruların yanıtlarını derledik. Konu içeriğinde faydalarını ve nedenlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz. 1) Kahve daha iyi egzersiz yapmanıza yardımcı olur. Uyanmayı ve sabah enerjisi için günlük egzersizinizi yapmayı seviyorsanız, kahve sizin için doğru seçim olabilir. Kahvenin içinde çaydan daha fazla kafein olduğu gerçeği göz önüne alındığında, kahve fiziksel performansınızı artırabilir ve egzersizden kaynaklanan yorgunluğu azaltabilir. 2) Kahve konsantre olmanıza yardımcı olacaktır. Bir sınava çalışırken konsantre olmaya mı ihtiyacınız var? Yoksa, ciddi bir odaklanma gerektiren bir faaliyete mi katılıyorsunuz? Bu durumda kahve sizin yardımcınız olabilir! İçeceğin daha fazla miktarda kafein içermesi nedeniyle, örneğin gece saatlerinde tetikte olmanıza ve performans gerektiren aktiviteler gerçekleştirmenize yardımcı olacaktır. Kahve ayrıca yaptığınız işe odaklı kalmanıza ve uyanık kalmanıza yardımcı olur. 3) Kahve size hızlı bir destek verecektir. Çay, kafein ve L-theanine içeren bir içecektir. Theanine, kafein beynimizdeki adenosin reseptörleri ile etkileşime girdiği ve bu yorgunluk hissini azalttığı için rahatlamanıza yardımcı olacaktır. Kandaki kafeinin daha yüksek konsantrasyonlarının, içtikten sadece 15 dakika sonra ortaya çıkabileceği düşünüldüğünde, neden kahvenin anında enerji veren tek içecek olduğu anlaşılıyor. 4) Kahve kilo vermenize yardımcı olabilir. Özellikle erkeklerde kahve tüketiminin daha düşük yağ seviyeleri ile bağlantılı olduğunu öne süren çalışmalar bulunuyor. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar da aynı sonucu gösterdi. Bir başka ilginç çalışma, klorojenik asidin vücut ağırlığını azaltmak için güçlü bir madde olduğunu gösteriyor. Bu da, kahvenin daha ince bir vücut umuduyla hareket edenler için ilginç bir seçim olduğunu doğruluyor. 5) Kahve şeker hastalığına yakalanma olasılığını azaltabilir. Bir çalışma, kafeinin şeker hastalığına yakalanma şansını azaltacağını gösterdi. Günde sadece 3 fincan kahve, hastalık riskinin % 42 azalmasına neden olacaktır ki bu oldukça ilginç bir sonuçtur. Başka bir çalışmada ise, kafeinli kahve, Tip 2 diyabet görülme ihtimalinin azalması yönünde bir etki gösterdi. Kafanız biraz karışmış olabilir… Çay seviyorsanız, günlük rutininize biraz kahve eklemeyi düşünebilirsiniz. Endişeye kapıldıysanız, buna asla gerek yok. Çayın da sayısız faydası bulunmaktadır! Her iki durumda da, bizim için hangisinin en iyisi olduğunu düşünmek zor. Konu hakkında profesyonel bir görüşe sahip olmak tabii ki her zaman iyidir. Bu durumda, bir beslenme uzmanı veya doktor size bu içeceklerle ilgili faydalı ipuçları verebilir. Bak Ne Dicem arşivinden | Kaynak ve Detaylı Okuma: https://bit.ly/3FNks11
  5. Araştırmacılar, kadınların erkeklerden daha yüksek oda sıcaklığı değerlerini tercih ettiklerini keşfettiler. Bununla birlikte, belki de kişisel seçimlerimizle ilgili daha az olmalı. Bizim veya aile üyelerimizin katıldığı aktiviteye bağlı olarak, her oda için ideal sıcaklığı akılda tutmak daha iyidir. Bak Ne Dicem arşivinden 7 farklı durum için gerekli ideal oda sıcaklığı değerlerini derledik. 1) Uyumak için ideal oda sıcaklığı ne olmalı? Uyku ve dinlenmek için uygun sıcaklık önemlidir Vücudunuzun iyi işlev görmesi için uyku çok önemlidir. Bunda da, oda sıcaklığı önemli bir rol oynar. Biz uyurken vücut ısımız doğal olarak azalır ve bu nedenle odanızın ideal sıcaklığı 15ºC ile 19ºC arasında olmalıdır. 2) Egzersiz yapmak için ideal sıcaklık ne olmalı? Egzersiz yapmanın sağlık için önemi büyüktür. Beynimiz, egzersiz yaptığımız anları sever. Daha uyarılmış, uyanık ve odaklanmış olmanıza yardımcı olur. Egzersiz sıcaklığı tercihleri kişiden kişiye değişir. Ancak, çoğu insan iç mekanda 20ºC ila 22ºC arasında ılımlı bir sıcaklıkta egzersiz yaptıklarında en iyi performanslarını sergilediklerini hissederler. 3) Ders çalışmak için ideal sıcaklık ne olmalı? Verimlilik önemlidir. Bu pozitif özellik, iyi çalışma becerileri, özgüveninizin, yeterliliğinizin ve öz saygınızın artmasına yardımcı olabilir. Daha yüksek sıcaklıkların, sizin yorgun ve uykulu hissetmenize sebep olması muhtemeldir. Bu nedenle, ders çalışırken ve üretken iken odanızı 21ºC ile 25ºC arasında bir yerde tutmanız gerekiyor. 4)Bebekler için ideal oda sıcaklığı ne olmalı? Bebekler bize nasıl hissettiklerini söyleyemedikleri için, rahat bir sıcaklıkta olduklarından emin olmak çok önemlidir. Yani, ne çok sıcak ne de çok soğuk. Odayı 20°C ve 22°C arasında ılık ve rahat tutmaya çalışın. 5) Evcil hayvanlar için ideal sıcaklık ne olmalı? Evcil hayvanlarınız için ideal sıcaklık, cins, boyut ve sağlık koşulları gibi çeşitli faktörlere bağlıdır. Daha küçük evcil hayvanlar daha hızlı üşümeye meyillidir. Daha büyük olanlar ise daha uzun süre sıcak kalabilir. Evden çıkmadan önce, sıcaklığın evcil hayvanlarımız için uygun olduğundan emin olmak iyi bir fikirdir. Yaz aylarında, sıcaklığı 26ºC ila 27ºC arasında bir değere ayarlamayın. Kış için, 20ºC ila 22ºC iyi bir aralıktır. 6) Çalışmak için ideal oda sıcaklığı ne olmalı? Ofis sıcaklığı çalışmak için uygun olmalı. Ortalama bir insan, yaşamı boyunca yaklaşık 90 bin saatini iş yerinde geçirir. 2015 yılında yapılan bir anket, ofis çalışanlarının yüzde 42’sinin ortamlarının yaz aylarında çok sıcak olduğunu ve diğer yüzde 56’sının ise ofislerinin kışın çok soğuk olduğunu söylediğini ortaya koydu. Hem erkekler hem de kadınlar için en uygun sıcaklık 24ºC gibi görünmektedir. Bu nedenle, ofis termostatına bir göz atmanızda fayda var. 7) Yaşlılar için ideal sıcaklık ne olmalı? Yaşlılar için aşırı sıcaklıklar sorun oluşturabilir. Vücut ısılarını düzenlemekte sorun yaşayabilecekleri için, çok sıcak veya çok soğuk bir odada çok fazla zaman geçirmeleri halinde, bunun sağlıklarına olumsuz yönde yansıması muhtemeldir. Termostatı 20ºC ila 23ºC arasında güvenli bir sıcaklığa ayarlamak en iyisidir. Bak Ne Dicem arşivinden | Kaynak ve Detaylı Okuma: https://bit.ly/3YFFvv9
  6. Meyve suları, meşrubatlar ve çay gibi su içeren tüm içecekler de dahil, su içmeyi durdursanız, vücudunuza ne olur? Hiç merak ettiniz mi? Acaba; meyve suları, meşrubatlar ve çay gibi su içeren tüm içecekler de dahil, su içmeyi durdursanız, vücudunuza ne olur? Cevabımıza, hoş olmaz diyerek başlayalım. Vücudunuz % 60 sudan oluşur, bu da sizin bunu sürekli temin ettiğinizden emin olmanız için yeterli bir sebep. Su, fonksiyonlarınızı uygun şekilde devam ettirin diye gerçekten çok çalışır. Bunu; hayati besin ve hormonları ihtiyaç duyulan yere taşıyarak, eklemlerimize yastık görevinde bulunarak, iç sıcaklığımızı düzenleyerek ve göz bebeklerimizi kayganlaştırarak yapar. İdrar, terleme ve dışkılama gibi süreçlerle günde yaklaşık olarak 1,5 litre su kaybettiğimiz için, ne zaman su alımı yapmamız gerektiğini de bilmemiz gerekiyor. Tam burada, beynin hipotalamusunda bulunan susama merkezi devreye girer. Bu, sürekli kan damarlarıyla iletişim halindedir. Ne kadar suya sahip olduğunuzu bulur ve sululuk seviyesi idealin altına düştüğünde, beyniniz bir şeyler içmeniz gerektiğini söyler. Çalışmalar ayrıca susuz kalan bir beynin daha az etkili olduğunu ve su kaybetmiş katılımcıların beyinlerinin, sulu olanlara göre daha fazla oksijen gerektirdiğini göstermiştir.
  7. Neyse ki, nanopartikülleri tümör hücrelerinin içine yollayarak onları yakan ”Terapötik Hipertermi” gibi yeni tedaviler ortaya çıkıyor. EPJ B (European Physical Journal B)'de yayımlanan yeni bir çalışma, Bulgaristan Sofya'daki Mimarlık, İnşaat Mühendisliği ve Jeodezi Üniversitesi'nden Angl Apostolova ve ekibi, tümör hücrelerinin spesifik tahribat ısısının absorbe edilme (emilim) oranının, nanopatiküllerin çapına ve ısıyı tümöre iletmek için kullanılan manyetik malzemenin bileşimine bağlı olduğunu gösteriyor. Tümör hücrelerine yakın bir yere yerleştirilen manyetik nanopartiküller, alternatif manyetik alanlar kullanılarak aktive ediliyor. Hipertermi tedavisi, nanopertiküller tümör hücreleri tarafından iyi absorbe edilirse (ve sağlıklı dokulardaki hücreler tarafından emilmezse) etkili olmaktadırlar. Bu yüzden tedavinin etkin olması, spesifik absorbsiyon oranına bağlıdır. Bulgar bilim insanları, küçük miktarlarda bakır, nikel, manganez veya kobalt atomu eklenmiş demir oksit olarak adlandırılan malzemeden yapılmış birkaç nanoparçacık üzerinde çalıştılar (Bu ekleme işlemi “doping metodu” olarak adlandırılır). Araştırmacılar, iki farklı ısıtma yöntemi için hem farelerde hem de hücre kültürlerindeki bu parçacıklara dayalı manyetik hipertermiyi araştırdılar. Metotlar, “partiküllerde oluşturulan ısının nasıl meydana geldiği” açısından farklılık gösteriyor: parçacıkların manyetik alanı ve manyetik momenti arasında doğrudan veya dolaylı birleştirme. Araştırmanın yazarları, tümör absorbsiyon oranının büyük oranda nanopartiküllerin çapına bağlı olduğunu gösteriyor. KAYNAK: ScienceDaily
  8. Vücut dışındaki kanı gördüğünüzde kırmızı, damarlar ise mavidir, peki neden? İnsan kanı, Hemoglobin protein aktivitesinden (dolaşım sisteminiz boyunca oksijen taşıması açısından çok önemi olan ve hem olarak adlandırılan kırmızı renkli bir bileşik) dolayı kırmızıdır. Hem, oksijen taşıyan bir demir atomundan oluşur. Bu molekül, oksijeni akciğerlerden vücudun diğer bölümlerine taşır. Kimyasallar, yansıttıkları ışığın dalga boylarına dayanarak gözlerimize özel renkler gösterirler. Oksijene bağlı hemoglobin mavi-yeşil ışığı emer, bu da gözlerimize yansıyan kırmızı-turuncu ışık, kırmızı görünür. Bu yüzden oksijen demire bağlandığında kan, parlak kiraz kırmızısı rengine dönüşür. Oksijen bağlı olmadan, kan koyu kırmızı bir renktir. Potansiyel olarak ölümcül bir gaz olan karbon monoksit (CO), oksijenden 200 kat daha güçlü bir bağ ile heme bağlanabilir. CO, oksijenin yerinde olursa, hemoglobine bağlanamaz ve bu da ölüme sebep olabilir. (Örneğin; Soba zehirlenmeleri) Bazen kan cildimiz boyunca mavi görünebilir. Damarlarımızda kanın mavi olduğunu duymuş olabilirsiniz. Çünkü; akciğerlere geri döndüğünde oksijen eksikliği vardır. Ama bu yanlış; insan kanı asla mavi değildir. Damarların mavimsi rengi sadece bir optik yanılsamadır. Mavi ışık, kırmızı ışık kadar dokuya nüfuz etmez. Kan damarı yeterince derin olursa, gözleriniz, kırmızı dalga boylarında kanın kısmi emiliminden dolayı kırmızı yansıyan ışıktan daha fazla mavi görür. Fakat hayvan dünyasında başka yerlerde mavi kan elbette bulunmaktadır. Kalamar ve at nalı yengeçleri gibi hayvanlarda yaygındır; kanı oksijen taşımak için bir bakır (Cu) atomu içeren, hemosiyanin denilen bir kimyasal maddeye dayanır. Diğer hayvanlarda da yeşil, açık ve hatta mor kan görülür. Bu farklı kan türlerinin her biri, kullandığımız hemoglobin yerine oksijeni taşımak için farklı bir molekül kullanır. Zamanla, kırmızıya dökülen dökülen kan, kurudukça daha koyu ve koyulaşır ve hemoglobin, methemoglobin adı verilen bir bileşiğe ayrılır. Zaman geçtikçe, kurutulmuş kan değişmeye devam eder, hemichrome denen başka bir bileşik sayesinde daha da karanlıklaşır. Bu sürekli kimyasal ve renk değişimi, adli bilim adamlarının bir suç mahallinde bir kan damlasının kalma zamanını belirlemesine izin verir.
  9. Kas seğirmesi hepimizin yaşadığı bir sorundur. Seğirme hafif ve kısa süreli ise problem değildir. Stres kaynaklı olabilir. Eğer uzun süre devam ediyorsa, bunun altında önemli hastalıklar olabileceğinden doktora gitmemiz gerekebilir. Kasların istemsiz kasılıp-gevşemesi ile oluşan kas seğirmesi, bedenin her yerindeki kaslarda oluşabilir. Tıbbi olarak ise, seğirme diyebilmek için kastaki seğirmenin dışarıdan görünür olması ya da elektromiyografi ile izlenebilir olması gerekmektedir. Seğirme, kasların istemsiz şekilde kasılması ile meydana gelir. Buna sebep olan etmen bilinmese de, genel olarak kabul edilen görüş sinir iletimi bozulmuş olan kasın duyarlılığının artmasıyla, sinirsel uyarım olmamasına rağmen kasın kendi kendine kasılması neticesinde oluştuğu yönündedir. Seğirme birçok nörolojik hastalıkta ortaya çıkabilir, fakat sağlıklı kişilerde de görülmesi de nadir değildir. Bu hastalıklar arasında motor nöron hastalıkları, Isaac sendromu, amiyotrofik lateral skleroz (ALS), elektrolit bozuklukları, polinöropatiler, pleksopatiler ve periferik sinir sistemi hastalıkları sayılabilir. Özellikle motor nöron hastalarında ve radyoterapi almış kanser hastalarında bölgesel seğirmeler oldukça sık gerçekleşir. Sağlıklı bireylerde genel olarak stresle baş etme sorunu, aşırı su kaybı veya fazla kafein tüketiminde de seğirmeler olabilir. Kramp sonrası, uykusuzluk, kas yorgunluğu, yorgunluk, genetik, kası yöneten sinirin hasarlı olması, zayıf kaslar, bazı ilaçların kullanımına son vermek, kaslarda olan harabiyetler, vücutta mineral ve vitamin eksikliği, böcek ısırığı, östrojen takviyeleri ve idrar sökücü ilaçların yan etkileri kaynaklı oluşabilir. Kas seğirmesi hangi hastalıklardan kaynaklanabilir? Hipotiroidi, Parkinson, öpüşme hastalığı, MS, motor nöron hastalığı, kas kaybı kaynaklı kas seğirmeleri meydana gelebilir. Kas seğirmesi nasıl geçer? Isınma ve gerinme Kafein tüketimini azaltma Uykunuzu alın Stresi azaltmak Masaj Magnezyum tüketimi http://norolojiklinigi.info/kas-segirmesi-miyokimi/ https://www.poliklinik.org/kas-segirmesi-nedenleri-ve-tedavisi.html
  10. Obezite bir salgındır ve hepimiz elbette bu durumdan kaçmak isteriz. Dolayısıyla, eğer istenmeyen birkaç kilo aldıysanız, onları hemen verme içgüdüsü bazı hatalar yapmanıza sebep olur. İçinde bulunduğumuz kilo verme gayretiyle internette okuduğumuz yanlış bilgiler, bizi büyük olasılıkla farkında olmadan yanlış egzersiz yapma yada yanlış beslenme gibi hatalara sürükleyebilir. İşte en yaygın beslenme hataları: 1) Tüm kalorilerin eşit olduğunu düşünmek Tüm kaloriler eşit değildir. İyi olanları olduğu gibi, kötü olanları da vardır. Örneğin; sebze yerken aldığınız kaloriler iyiyken, büyük bir hamburger yerken aldığınız kaloriler kötüdür. Bunun sebebi; vücutta salgılanan insülinin miktarı, tükettiğiniz kalori miktarından çok, tükettiğiniz kalorinin türüne bağlıdır. 2) Sadece düşük yağlı yada diyet gıdaları seçmek İşlenmiş, az yağlı veya “diyet” yiyecekler, kilo vermek söz konusu olduğunda çoğu zaman ideal seçim olarak kabul edilir, fakat bu her zaman doğru olmayabilir. Bu sağlıklı yiyecekler olarak adlandırılan gıdaların birçoğu, lezzetlerini arttırmak için sıklıkla şeker ile doldurulur. Dahası, düşük yağlı gıdalar, sizin tokluk hissinizi korumak yerine, sizi muhtemelen daha da acıktıracaktır ve sonunda daha fazla yemek yemek yiyor olabilirsiniz. Bunun yerine, ve işlenmiş gıdaları minimum düzeyde seçerek besleyici bir kombinasyon daha sağlıklıdır. 3) Yeterli miktarda protein tüketmemek Eğer kilo vermeyi amaçlıyorsanız, protein en önemli besindir. Yüksek proteinli bir diyet, metabolizmanızı yükseltir, iştahınızı düşürür ve birkaç kilo düzenleyici hormonu olumlu yönde etkiler. Ayrıca kilo kaybı sırasında kas kütlesini korumaya yardımcı olur. Bu konuda uyarımızı hemen yapalım: Almanız gereken günlük protein miktarı, diyetinize, egzersiz programınıza ve günlük hareketlilik durumunuza bağlı olarak değişiklik gösterdiği için, bu miktarı diyetisyeniniz yada antrenörünüz eşliğinde belirlemeniz daha doğru olacaktır. 4) Diyetinizde eksik lif bulunması Yemeğinize yeteri kadar lif eklemek, lifler sizi tok tutacağı için iştahınızı kontrol etmenize yardımcı olabilir. Lif ayrıca, vücudunuzun diğer gıdalardan daha az kalori almasını sağlayarak da kilo vermenize yardımcı olur. Çalışmalar, günlük lif alımınızı iki katına çıkarmanın, 130’a kadar daha az kalorinin emilmesine neden olabildiğini gösteriyor. Normal ekmek yerine kahverengi tam tahıllı ekmeği tercih etmek gibi küçük değişikliklerle bunu yapabilirsiniz. 5) Aç olmasanız bile çok sık yemek yemek Kilo vermek istediğimizde, günde 3 ana öğün yemek yerine, aç olmasak bile, küçük porsiyonlarda yemek yememiz tavsiye edilir. Ancak, bu doğru değildir. Kilo vermenin anahtarı, sadece acıktığınızda yemek yemenizdir. Bunun nedeni, çok sık yemek yemek, daha az yemek yeseniz bile, bilmeden, gün içinde çok fazla kalori tüketmenize neden olabilir. 6) Kahvaltıyı asla geçiştirmemeniz hakkındaki tavsiyelere uymak Sıklıkla duyduğumuz bir başka tavsiye de, kahvaltıyı asla atlamamaktır. Bu tavsiye, tam olarak doğru değildir. Bir araştırma, kahvaltıyı atlayan insanların, öğle yemeğinde kahvaltı edenlere kıyasla daha fazla kalori tükettiğini buldu. Ancak, gün boyunca tüketilen kalorilerin hesaplanması durumunda, ortalama 408 daha az kalori tükettikleri görülmüştür. Hemen uyaralım: Beslenme düzeni; kişinin biyolojik saati, yaşam şekli ve diğer başka kriterlere de bağlı olarak değişmektedir. Beslenme düzeninizi kendiniz oluşturmalı yada bunu yapamıyorsanız diyetisyen yada antrenör kontrolünde yapmanızı öneriyoruz. 7) Paketli meyve suyu içmek Kilo kaybı için çaba gösteren insanlar, çoğunlukla, meşrubat türü içecekleri ve diğer şekerli içecekleri içmeyi bırakırlar. Ancak, paketlenmiş meyve sularını unutuyorlar. Yüzde 100 meyve suyu bile, kilo kaybı planlarınızın ters gitmesine neden olacak kadar şeker içerir. İçeceklerin, şekersiz olsalar bile, içeriklerine ve içerdikleri şeker veya tatlandırıcı miktarlarına mutlaka bakılmalı. 8) Gıdaların sağlıklı halini tüketmemek Kilo almanızdaki en kötü suçlu, çok işlenmiş yiyeceklerdir. Çalışmalar, işlenmiş gıdaların mevcut obezite salgını için önemli bir katkı olduğunu göstermektedir. Sağlığınızı önemsiyorsanız yapılacak en iyi şey, gıdanın esas haline yani işlenmemiş haline yönelmek. Çünkü; kendilerini sınırlandırıyorlar, yani fazla tüketilmeleri oldukça zor. 9) Taze meyveyi çok yemek yada diyette meyve bulundurmamak Bunları yapmanız, kilo vermeniz için bir engel oluşturur. Kilo kaybı için en iyi meyveler karpuz, armut, elma ve greyfurttur. Alışveriş yaparken, sadece hala tazeyken yiyebileceğinizi bildiğiniz yiyecekleri satın almanız önerilir. Buzdolabınızı gereksiz yere doldurmak, başlangıçta planladığınızdan daha fazla yemenize neden olabilir.
  11. Spor ve beslenme konusu kişiden kişiye göre değiştiği için, maalesef belirli bir standardı yok. Örneğin; bir egzersiz hareketi farklı yaş gruplarına, farklı kilodakilere, farklı biyolojik özelliklere (hormonal vs.) sahip insanlara farklı etki ve farklı süreçlerde etki yaptığı için dikkatli yapılması oldukça önemli. Bu bilgiler elbette önemsiz değil. Ancak, kişiler bunu doktor/antrenör kontrolünde veya bünyelerini tanıyorlarsa ona uygun şekilde uygulamaları gerekmektedir.
  12. Tolga A.

    Girişimcilik

    Aslında bu bahsettiğiniz ilk denemede bırakma mevzusu, "işler tahmin edildiği gibi gitmedinde, hevesin de aynı oranda kaçması" yüzünden olabiliyor. Ama tabii ki bu yapılan her girişimcilik adımı için geçerli değil ve bırakmanın da bir çok sebebi var. Örnek verirseniz çeşitlendirmek mümkün.
  13. Nötrino olarak adlandırılan gizemli paracıklar sürekli uzaydan dünyaya doğru ilerlerler. Fakat kimse bu yüksek enerjili nötrinoların nereden geldiğini kesin olarak bilmiyordu. Bu yıl, bilim adamları nihayet muhtemel bir kaynağa parmak bastılar; kuasar olarak adlandırılan parlak kozmik bir işaret. Keşif, nötrinolardan ve ışıktan toplanan bilgileri birleştiren yeni bir astronomi alanını başlatabilir. Bu keşif, Güney Kutbu’nda buza gömülü binlerce sensörden oluşan dev bir partikül dedektörü olan IceCube Gözlemevi tarafından, 22 Eylül 2017’de yüksek enerjili bir nötrino bulunmasıyla başladı. 12 Temmuz 2018’de de verilen uyarıyla astronomlar hemen, yaklaşık 4 milyar ışık yılı uzaktaki bir kuasardan gelen ışımayı farkettiler. Nötrino gökyüzünün aynı bölgesinden gelmişti. (Bu keşif ile bilim insanları, uzaydan gelen yüksek enerjili bu parçacıkların ne olduğunu ve uzun süre kafa yordukları “kuasarların kaynakları” hakkında bilgi sahibi olabileceklerini öğrenmiş oldular. Bununla birlikte evrenin erken dönemleri ve diğer ışıma kaynakları hakkında daha detaylı bilgi edinebilecekler.) Yale Üniversitesi’nde Astrofizikçi olan Meg Urry; “İnsanlar, bu tür keşif için on yıllardır umut besliyor.” dedi. Kuasarlar, dünyaya doğru yüksek enerjili madde ve ışık püskürten galaksilerin merkezlerindeki aktif bölgelerdir. Hem Dünya yörüngesindeki Gama Uzay Teleskopu hem de Kanarya Adaları’ndaki MAGIC, kuasarların çok şiddetli gamma ışınları saçtığını ve aynı zamanda nötrino algıladığını rapor eti. Daha sonra IceCube araştırmacıları, eski verileri de inceledikten sonra, kuasarın konumuna yakın daha fazla nötrino kanıtı buldu. Bu ekstra nötrinolarla, araştırmacılar nihayet kuasarların nötrino parçaları oluşturduğuna ikna oldular. Bu tespit sadece bu yüksek enerjili partiküllerin kaynağı hakkında ipucu vermekle kalmayıp, aynı zamanda kuasarlar hakkında bilgi de verdi. Bilim insanları ne tür parçacıkların yayıldığından emin değillerdi, ancak tespit ile püsküren bu maddelerin proton içerdiğini ortaya koyuyor. Bunun nedeni, kuasardaki nötrinolar, protonlarla birlikte oluşması gerekiyor. Bilim adamlarına göre bu keşif, kozmosun sırlarını ortaya çıkarmak için yeni ortaya çıkan bir alanı canlandırabilir. https://www.sciencenews.org/article/neutrino-astronomy-top-science-stories-2018-yir
  14. Kilo verirken yapılan 5 basit hata ve kaçınma yolları! Birçok insan, sıkı bir diyet ve düzenli egzersiz yaptıkları zaman neden kilo veremediklerini merak ederler. Olası bir sebep, sağlıklı görünen seçeneklerin, göründüğü gibi olmamasıdır. Birçok yiyecek ve içecek, gizli yağ, şeker veya tuz içerir. Efsane 1 – Tüm salatalar bizim için iyidir. Sebzeler, kesinlikle bizim için iyidir. Ancak salatalar sık sık, aldığınız kalori miktarını artıracak bileşenler içerirler. Örneğin; Bir Sezar salatası oldukça yeşillikli görünür, fakat gizli yağlarla doludur. İçindekilerin besin değeri; Pastırma (8 gr yağ, 360 kj), Parmesan peyniri (6 gr yağ, 340 kj), Kremalı salata sosu (20 gr yağ, 770kj). Yani bir Sezar salatası, bir öğünde ortalama bir yetişkin için toplam günlük yağ tüketiminizin % 70’i demek. Sonuç olarak, yağlı yiyeceklere karşı dikkatli olun. Efsane 2 – Abur cubur yemiyorum, sadece “sağlıklı” atıştırmalıklar tüketiyorum! Avustralyalılar, kalorilerinin %30’dan fazlasını bisküvi, patates kızarması ve çikolata gibi “abur cubur” gıdaları tüketerek alıyor. Bunların hiçbiri hayati gıda değil. Bunlar kilo vermek için değiştirmemiz gereken kalorilerdir. Fakat çoğu kişi bu abur cubur gıdaları, “sağlıklı” görünen müsli barları ve protein topları gibi atıştırmalıklarla değiştirme hatasını yapıyor. Bunlar sağlıklı ve organik olabileceklerini iddia ederken, işlenmiştirler ve yüksek kaloriye sebep olurlar. Müsli barlar yulaf, fındık ve tohum gibi sağlıklı içeriğe sahiptir. Ancak bunları çubuk haline getirmek için birbirine yapıştırmak gerekir ve genellikle bu işlem bir şeker formuyla yapılır. Bir yoğurt, meyve ve fındık barında en fazla 4,6 çay kaşığı şeker bulunabilir. Sizce bu barlar yerine, fındık ve tohumları avucumuzla yesek daha sağlıklı olmaz mı? Efsane 3 – Doğal tatlandırıcılar şekerden daha iyidir. Son zamanlarda, daha fazla doğal şeker eklenmesine doğru bir yönelme olmuştur, ancak bu durum ek besin içermiyor ve daha az kaloriye sahip demek değildir. Yemeğinize bal veya agav (sabır otu) şurubu eklenmesi, beslenme bakımından şekerin eklenmesinden farklı değildir. Tadı farklı olabilir ama halen şeker eklemeye devam ediyorsunuz. Bir daha ki sefer canınız tatlı bir şeyler istediğinde, bunun yerine biraz meyve eklemeyi deneyin. Doğal bir tatlılığı vardır ve ek olarak size vitamin ve mineraller verir. Ya da eklediğiniz şeker miktarını her hafta yarım çay kaşığı azaltmayı deneyin. Bir süre sonra farkı çok zor anlayacaksınız. Efsane 4 – Meyve bazlı her şey sağlıklı olmalı Mütevazi bir muz düşünün, püresini muzlu ekmeğin içine koyuyorsunuz… Bu bir ekmek değildir fakat kektir. Eğer daha önce muzlu ekmek yaptıysanız, zaten kendi paketinde ve tatlı olan doğal bir şeye ne kadar tereyağı ve şeker eklediğinizi farkedersiniz. Bununla birlikte, meyveli içeceklerde genellikle sadece %25 meyve suyu vardır ve çok fazla şeker bulunur. Ancak %100 meyve suyu içerken bile, meyvelerden doğal gelen ve vücudunuzun dolu olduğunu fark etmesine yardımcı olan önemli lifleri kaçırıyorsunuz. Yani, en iyisi tüm meyveyi tüketmek! Efsane 5 – İçecekler çok fazla kalori içeremez… Eğer kilo vermeye çalışıyorsanız, şekerli meşrubatların işe yaramadığını bilirsiniz. Ancak yapılacak en basit hatalardan bazıları, içeceklerle ilgili olanlardır. Çoğu insan, alkollü içeceklerde kaç kalori olduğunun bilincinde değil. Örneğin:Muhtemelen kırmızı şarapta ortalama 480 kalori vardır (Avustralya içki standardına göre, 0,375ml. için değerdir). Tabii ki, 2 kadeh şarap tükettiğinizde, eş değer kalori değerindeki iki dolu kâse mısır cipsini tüketmiş olmanız da cabası. Aynı hesap, bira için de geçerli. Yani bira bardağı ile içtiğiniz içeceğinizin ederi 615 kalori. Sonuç olarak; Muhtemelen kilo verirken yapılan en yaygın hatalardan birisi de çok fazla yemek. Doğru yiyecekleri seçmek kadar, miktar da oldukça önemlidir. Ayrıca yavaş yemek yemeli ve dikkatli (çok) çiğnemeliyiz. kaynak: https://theconversation.com/five-food-mistakes-to-avoid-if-youre-trying-to-lose-weight-103678
  15. SMA hastalığı -Spinal Muskuler Atrofi- (SMA) tanıyalım. SMA hastalığı, Spinal Muskuler Atrofi (SMA) kalıtım modeli olarak; otozomal resesif, X’e bağlı resesif veya otozomal dominant geçişli olan kalıtsal nöromuskuler (vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kas ve sinirlerin hastalığı) hastalıklar grubudur. Omurilikte ve alt beyin sapındaki motor nöronlarının kaybı olarak tanımlanmaktadır. Yani, kas küçülmesinin ve zayıflamasının ciddi şekilde ilerlemesidir. Sonuç olarak, SMA olan hastalar felç olabilirler ve soluma, yutkunma gibi basit fonksiyonları yerine getirmekte sıkıntı çekebilirler. SMN1 geninin kaybı veya problemli olmasından dolayı, SMA hastalığı döneminde hastalar yeterli miktarda survi motor nöronu (SMN) proteini üretemez. Bu protein motor nöronlarının hayatta kalması için kritik öneme sahiptir. SMA’nın ağırlığı, SMN proteininin miktarına bağlıdır. En sık görülen kalıtım yolu, otozomal resesif formudur ve Survival Motor Neuron (SMN) geninde meydana gelen delesyonlarla (genlerdeki silinme) ortaya çıkar. Görülme sıklığı, 1/6000-1/10000’dir ve genel popülasyonda bozuk genin taşıyıcılık oranı 1/40 civarındadır SMA Tip I (Werding-Hoffmann hastalığı), en erken görülen, en ağır seyreden ve yaşamı tehdit eden tiptir. Doğumda veya ilk 6 ay içinde görülebilir. Hastalar, SMN proteinini çok az miktarda üretmektedir ve desteksiz oturma veya solunum yardımı olmadan, 2 yıldan fazla yaşayamamaktadır. SMA Tip II (Subakut form), 18 aydan önce başlar fakat bu süre genellikle 8 ay civarındadır. Belirtiler tip I’e benzerdir ama daha hafif ve yavaş ilerler. Çoğu hasta erişkin döneme ulaşabilir. SMA Tip III (Kugelberg-Welander hastalığı), 2 yaştan sonra başlamaktadır. Genel olarak, ilk belirtisi yürüme zorluğudur. En hafif tiptir. Bu hastalığa sahip olan kişilerde, yaşam süresinde kısalma genellikle görülmez. Yani, SMA Tip 2 veya Tip 3 hastaları, daha fazla SMN proteini üretir. SMA hastalığı barındıran Hastalar, daha az ağır ama yine de yaşamlarını etkileyen bu etkenlerden etkilenirler . SMA Tip IV, yetişkin çağda başlar. Bu dört tipin tanıları arasındaki bulgular kesin olmadığından, 1992’de Uluslararası SMA Konsorsiyumu objektif verileri değerlendirerek bazı kriterler belirlemiştir. Günümüzde hastalara bu kriterler ile tanı konmaktadır. http://webmail5.deu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/12345/2927/71-74.pdf?sequence=1&isAllowed=y http://smagrubu.net/spinraza-ile-ilgili-yeni-veri-bilgileri.html
  16. Teoloji ile bilim çoğu kez aynı kültür çevresinde bile birbirinden kopuk kalan düşünme biçimleridir. Bugün bile teolojiye bağlı pek çok felsefecinin (örneğin, Mortimer Adler ve Jacques Maritain) bilimin ortaya koyduğu tüm gözlemsel veri ve kanıtları görmezlikten gelerek, teolojinin olgulara ters düşen geleneksel öğretilerini doğru saymakta direndiğini görmekteyiz. Bunun çarpıcı bir örneğini Adler evrim kuramı konusunda vermiştir. Adler insanın evrim sürecinin bir ürünü olduğu savının doğru olamayacağını metafiziksel ilkelere dayanarak ispatlayabileceği görüşündedir. Ancak, Adler tezini temellendirirken biyoloji ve paleontoloji alanlarında birikmiş gözlemsel olgulara gözünü kapamakta, a priori doğru saydığı kimi ilkelere dayanmakla kalmaktadır. Din ile bilimin bağdaşmazlığı sorununu aydınlatmak için son birkaç yüzyıllık gelişmelere kısaca değinmek gerekir. Avrupa’da deneysel bilimlerin ortaya çıkışı 16. yüzyılın sonlarında başlar. Daha önce insanların dünyayı anlama çabaları orta çağ skolastik felsefesi çerçevesinde kalmıştır. Gözlem ve deneye değil, metafiziksel çözümleme yöntemine ağırlık veren teolojik düşünce, bağnazlığın ve kilise egemenliğinin temelini oluşturuyordu. 17. yüzyılda devrimsel atılım içine giren bilim ve matematik alanlarındaki gelişmeler, teolojinin insan düşüncesini hapsettiği dar çemberin kırılmasıyla olanak kazanmıştır. Francis Bacon bu dönüşümün felsefede en etkili öncüsüdür. Bilimin gözlemsel verilere dayalı rasyonel düşünme yöntemi karşısında değişmez dinsel “doğrular” çerçevesinde kalan teoloji, tüm direnmelerine karşın, sarsılmaktan kurtulamaz. Bilimde sarsıcı ilk atılımlar astronomi ve fizik dallarında kendini gösterir. Kopernik, Kepler ve Galileo astronomideki çalışmalarıyla yeni çağı başlatmışlardı. Galileo modern fiziğin öncüsü, aynı zamanda, deneysel sonuçları matematiksel ilişkilere indirgeme yaklaşımıyla bilimsel yöntemin kurucusudur. Descartes, Pascal, Newton, Huygens, Boyle, Leibniz ve Locke 17. yüzyılda gerçekleşen bilimsel devrimin matematik, fizik ve felsefe alanlarındaki büyük öncüleridir. Bilimde Galileo ile başlayan yeni yaklaşım Newton’a ulaştığında bir tür norm niteliği kazanır: evren hareket halindeki maddesel parçacıklardan oluşan kocaman bir makinedir; fiziksel olgular mekanik yasalara bağlıdır ve ancak o yasalara başvurularak açıklanabilir. Newton Principia Mathematica adlı ünlü yapıtında mekaniğin temel yasaları olarak bilinen evrensel ilişkilerin göksel cisimlerin hareketlerinden yerküredeki en basit hareketlere (örneğin, dalından kopan elmanın yere düşmesi) kadar her türlü fiziksel olgunun açıklamasını verdiğini gösterir. Bu anlayış öylesine benimsenir ki, yüzyılımıza gelinceye dek tüm bilimsel çalışmalarda asal bir örnek olarak gözönünde tutulur. Evrenin mekanik anlayışı bugün de yıkılmış değildir. Kimi yetersizliklerine karşın uygulamadaki başarılı sonuçlar Newton mekaniğini ayakta tutmaktadır. Bilim adamlarının, daha güçlü bir kuramın yokluğu karşısında, mekanik anlayışa bağlı kalma yolundaki tutumlarını normal karşılamak gerekir. Bunun dogmatik bir tutuculukla ilgisi yoktur. Dogmatik tutuculuk geleneksel inanç ve öğretiler için sürekli gerileme, dahası bir yıkım olmuştur. Bilimi daha baştan “maddeci” ve “mekanik” diye suçlayarak dışlamaları teologlara saygınlık kazandırmamıştır. Bilim ve teoloji arasındaki kavganın sorumlusu kim? Teologların mekanist düşünceyi hiçbir zaman bağışlamamış olmaları bir bakıma yersiz değildir. Fiziksel bilimlerde zamanla göz yumar göründükleri bu düşüncenin sonunda biyolojiyi de etkisine alması onları bir tür yaşam savaşımına itmiştir. Ancak, mekanist düşüncenin, kimi bilim dallarında sınırlı kalması bağnaz çevrelere yeni bir umut ışığı yakmıştır: mekaniğin yetersiz kaldığı alanlarda, bu arada özellikle biyolojide, bilimi dayanaksız göstermek, yitirilen saygınlığı yeniden elde etmek! Evrim kuramına yöneltilen saldırıyı günümüze değin ayakta tutan direnç bu umutla beslenmektedir. Teolojinin bilimle kavgası teolojinin kendi tedirginliğinden, güven eksikliğinden kaynaklanmıştır. 18. yüzyıla gelinceye dek bilim adamlarının teolojiye ters düşmekten özenle kaçındıklarını görmekteyiz. Kopernik‘in kiliseyi ürkütmemek için kitabının yayımlanmasını öldüğü yıla kadar geciktirdiğine daha önce değinmiştik. Kepler gözlemsel verilere tüm bağlılığına karşın dünya görüşünde ortaçağ etkisini sonuna kadar sürdürmüştür. Daha pervasız davranan Galileo‘nun başına gelenleri biliyoruz. Botanik ve zoolojinin öncülerinden Ray, asıl uğraşının bilim değil, teoloji olduğunu açığa vurmaktan hiçbir zaman geri kalmamıştır. Newton ile Boyle‘e gelince, ikisinin de bilimin yanı sıra teolojide de araştırmalarını sürdürdükleri bilinmektedir. O kadar ki, Newton’un bir aralık bilimden elini çekip yaşamını tümüyle teolojik çalışmalara vermek istediği açıklanmıştır. Gerçi Kraliyet Bilim Akademisi, toplantılarında, politika gibi dinsel tartışmalara da yer vermiyordu. Ama bu dini dışlamaya değil, amacı belli çalışmaların aksamasını önlemeye yönelik bir önlemdi. O dönemin bilim adamları için bilim ile dinin bağdaşmazlığı söz konusu değildi. Tam tersine, hemen hepsinin gözünde inceledikleri dünyanın düzenli ve anlaşılır yapısı Tanrısal gücün varlığına kuşku götürmez kanıt oluşturuyordu. Ne var ki, bu tutum bile kilisenin tedirginliğini gidermeye yetmemiştir. Nitekim daha sonraki gelişmeler kilisenin endişesinde hiç de haksız olmadığını gösterir.
  17. Tolga A.

    Covid-19 Mevsimsel Bir Hastalık Olabilir mi?

    Umarım böyle olur. Ancak, esas kaygı şu yönde: Yaz sonlarında mevsim geçişi kaynaklı olarak bağışıklığın zayıflaması sonucu görülen tipik griple birleşip, daha etkili ve kolay yayılım gösteren bir salgına dönüşmesi.
  18. Ülkemizin de dahil olduğu Kuzey Yarım Küre'de vaka sayısı, pandeminin ilk görüldüğü döneme göre azalma gösterirken, kış mevsiminin yaşandığı Güney Yarım Küre'deki bazı ülkelerde vaka sayılarının ciddi oranlarda artış göstermesi, uzmanlar arasında bu hastalığın kış aylarında Kuzey Yarım Küre'de etkisini tekrar eskisi gibi göstereceği kaygısına sebep oluyor. Görsellerdeki veriler de bunu doğrular nitelikte. Ne düşünüyorsunuz bu konuda? Kaynak link: https://www.weforum.org/agenda/2020/07/does-covid-19-thrive-in-cold-weather

Hakkımızda

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel bilim haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Bilim Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız buradan iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...