-
İçerik sayısı
244 -
Katılım
İçerik Türü
Profiller
Forumlar
Videolar
Bilim Forum kullanıcısının paylaşımları
-
Vücudunuzda bir kan pıhtısı taşıyor olabilir misiniz?
konu Bilim Forum içerik ekledi : Hastalıklar ve Sağlık
Bir kan pıhtısı taşıyor olabileceğinizin 6 işaretini sizlerle paylaşalım, birlikte kontrol edelim. Çoğu zaman kan pıhtısı iyi bir şeydir, ama her zaman değil. Yaralandığında, kanamayı durdurmaya yardım eden, bir araya toplanıp katılaşan kanına ihtiyacın var.Ancak bu pıhtılar ihtiyaç duyulmadığında özellikle de kaslarınıza yakın derindeki damarlarda oluşuyorsa sorun yaratabilir. “Bu daha derindeki sistemde kan pıhtıları oluştuğunda ağrılı ve çok tehlikeli olabilirler” diyor New York şehrindeki Damar Tedavisi Merkezi’nin kurucusu Luis Navarro. Bu tip pıhtılara derin ven trombozu veya DVT denir. DVT’ler kan yolunuzdaki barikatlar gibidir. Dolaşımınızda trafik sıkışıklığına neden olurlar ve sisteminizi çalışır durumda tutan kan akılını önlerler. Bir DVT kendi orijinal yerinden kopar ve akciğerlere ilerlerse işler dahada ciddileşebilir. Daha sonra bu hayati organların ihtiyaç duydukları oksijen ve kanı almasını engelleyen bir pıhtı olan pulmoner embolizm (PE) olur. Bu akciğerlerinize ve diğer organlarınıza zarar verebilir hatta ölümcül olabilir. Bazı insanlar DVT’ye diğerlerine göre daha eğilimlidir, bu yüzden risk faktörlerinin üstünde durmaya değer. Ayrıca hızlıca önlem alabilmek için bazı uyarı işaretlerini bilmek akıllıcadır. Semptomları tanımak önemlidir çünkü sıklıkla gözden kaçabilirler. Anahtarsa tedavi olmak diyor Dr. Navarro. Bir Uzuvda Şişme Şişmiş bir bacak veya kol DVT’nin en yaygın belirtilerinden biridir. Kan pıhtıları bacaklardaki sağlıklı kan akışını engelleyebilir ve kan, pıhtının arkasında birikerek şişmeye neden olabilir. Uzvunuz hızlı bir şekilde şişmiş ve ağrılıysa şüphelenmelisiniz. Bacak veya Kol Ağrısı Genellikle DVT ağrısı kızarıklık ve şişliklerle birlikte gelir ancak bazen tek başınada olabilir. “Ne yazık ki bir kan pıhtısından gelen ağrı kas krampı ya da zorlanma ile kolaylıkla karıştırılabilir bu yüzden sorun genellikle teşhis edilmez” diyor Dr. Navarro. DVT ağrısı yürürken ya da ayağınızı yukarı doğru büktüğünüzde vurma eğilimi gösterir. Ciltte Kızarıklık Bir çürük bir tür kan pıhtısı olsada endişelenmeniz gereken bir şey değildir. DVT’yi göremezsiniz. Çürümeye benzer renk değişikliği görebilirsiniz ancak kırmızılığı görmeniz daha olasıdır. DVT’ler etkilenen ekstremitede kızarıklığa neden olur ve Ulusal Kan Pıhtı İttifakı’na göre kolunuza veya bacağınıza dokunma hissi uyandırır. Göğüs Ağrısı Göğüs ağrısı size kalp krizini düşündürebilir fakat bir pulmoner enbolizm de olabilir. Hem PE hem de kalp krizi benzer semptomları paylaşıyor diyor Dr. Navarro. Bununla birlikte PE ağrısı keskin ve bıçaklayıcı olma eğilimindedir ve derin nefes aldığınızda hissedilir. Kalp krizi genellikle vücudunuzun omuz, çene veya boyun gibi üst bölgelerinden yayılır. En büyük ipucu nefesinizdedir. PE ağrısı aldığınız her nefeste dahada kötüleşir. Nefes Darlığı veya Hızlı Kalp Atışı Akciğerinizdeki bir kan pıhtısı oksijen akışını yavaşlatır. Ulusal Sağlık Enstitülerine göre oksijen düşük olduğunda kalp oksijen düşüklüğünü telafi etmek için hızını arttırır. Göğsünüzde bir çarpıntı hissi ve derin nefeslerle ilgili bir sorun yaşamak akciğerlerinizde gizlenmiş bir pulmoner embolizmin vücuttaki sinyalleri olabilir. Ayrıca baygınlık hissedebilir veya bayılabilirsiniz. Özellikle bu belirtilerden herhangi biri ortaya çıkarsa hemen yardım alın. Açıklanamayan Öksürük Öksürmeyi kesemiyor musunuz? Ayrıca nefes darlığı, yüksek kalp hızı veya göğüs ağrınız varsa pulmoner embolizm olabilir. Öksürük kurudur ancak bazen insanlar mukuslu ve/veya kanlı öksürebilirler diyor Dr. Navarro. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. -
Eksik ya da hatalı protein üretimine neden olan, bozuk gen taşıyan hücreye normal geni yerleştirme yöntemidir. Gen tedavisi fikri ilk kez 1970 yılında, retrovirüslerin RNA’ları üzerinde çalışan Martine Cline tarafından ortaya konmuştur. Martine Cline, virüslerin transformasyon mekanizmalarını incelediğinde virüslerin genetik materyallerini konak hücre genomuna aktardığını keşfederek, hücrelere gen transfer işlemlerini gerçekleştirmek için bir araç olarak kullanılabileceklerini belirtmiştir. İlerleyen yıllarda rekombinant DNA teknolojisinin gelişmesi ile genlerinin izolasyonu ve manipülasyonu mümkün olmuştur. Martin Cline, 1980’lerin başında retroviral tabanlı gen transferinin geliştirilmesine önemli katkıda bulunmuş ve genlerin in vitro ve in vivo olarak yüksek verimlilikte transfer edilebileceğini göstermiştir. Bu gelişmelere dayanarak 1982 yılında, ilk insan gen tedavisi talasemi hastalığı için aynı kişi tarafından gerçekleştirilmiştir. Fakat bu tedavi başarılı olmamıştır. 1990 yılında, ciddi kombine immün yetmezlik (SCID) hastalığında için Michael Blaese ve William French Anderson tarafından ADA geni taşıyan retrovirus vektörü ile yapılmış gen tedavisi uygulamaları sonucunda 2 çocuğun tam olarak tedavisi sağlanmıştır. Gen tedavisinin en yaygın biçimi, mutasyona uğramış bir genin fonksiyonunun düzenlenmesi için belirsiz bir genomik bölgeye, fonksiyonel genlerin bir vektör aracılığıyla eklenmesidir. Çinko parmak veya homolog rekombinasyon yoluyla yapılan diğer gen tedavisi yaklaşımlarında ise doğrudan mutasyon düzeltilmesiyapılır. Günümüzde gen tedavisi için kistik fibrozis, hemofili, musküler distrofi ve orak hücreli anemi gibi tek gen hastalıklarına daha fazla odaklanılmıştır. İnsan gen tedavisinin biyolojisi çok karmaşıktır ve hala net olarak anlaşılamamıştır. Gen tedavisinin başarısı genetik, biyoinformatik, moleküler biyoloji tekniklerdeki gelişmelere bağlıdır. Gen tedavisi kliniklerde yaygınlaşmadan önce genetik hastalıkların mekanizması iyice incelenmeli uygun ve güvenli gen aktarma teknikleri geliştirilmelidir. Gen tedavisinde, sağlıklı geni hücrelere vermek ve gen hasarlarını onarmak için kullanılan yöntemler arasında; insersiyon, yer değişimi (Gen Cerrahisi), tamir ve gen eklemesi (İntihar Gen Tedavisi) sayılabilir. 1. İnsersiyon Genellikle viral vektörler aracılığıyla, rastgele olarak hücre genomuna gen parçalarının entegrasyonudur. Bu durumda gen parçaları rastgele olarak genoma girdiği için DNA hasarlarına sebep olabilir. Örneğin gen parçaları kesilerek, genomda bulunan genlerin ekspresyonunu önleyebilir ya da bu gen parçaları gen regülasyon dizilerine oturarak genlerin ekspresyonu azaltabilir ya da arttırabilir. İnsersiyon sonucunda, tümör uyarıcı genlerin inhibisyonunu ortadan kaldırarak onları aktif hale geçirebilir ve kansere sebep olabilir. 2. Yer Değişimi (Gen Cerrahisi) Normal genin, homolog rekombinasyon ile istenen belirli bir lokusa yerleşmesini sağlar. Bu yöntemin gerçekleşme olasılığı çok az olmasına rağmen gen parçası spesifik bir bölgeye yerleştiği için DNA hasarı en aza indirgenir. 3. Tamir Anormal genin ters mutasyonla tedavisidir. Örneğin, A>C -> C>A. Bu yöntem genellikle nokta mutasyonları nedeni ile ortaya çıkan hastalıkların tedavisinde kullanılabilir. Bu durumda mutasyona uğramış gen, nükleazlar (çinko parmak, TALEN ve CRISPR/Cas ) aracılığı ile hücrenin doğal tamir mekanizmalarının tetiklenmesine ve ters bir mutasyonla anormal genin düzeltilmesini sağlar. 4. Gen Eklemesi (İntihar Gen Tedavisi) Normal durumlarda hücrede bulunmayan ve eksprese olmayan genin, istenilen zaman ve istenilen hücrede ifadesini sağlamak için uygun hücreye, çeşitli yöntemler ile transfer edilmesidir. Gen tedavisinde genellikle dışarıdan verilen terapötik genin, uzun süreli eksprese olması için, DNA parçaları kromozom içerisine virüsler aracılığıyla entegre olur. Fakat “gen ekleme” yönteminde, genin geçici ekspresyonu, hastalığın tedavisi için yeterlidir. Bu yöntem için üretilen plazmidler, kromozom dışında kalır ve terapötik proteinin kısa süreli ifadesini sağlar, bunlara “epizomal DNA” ya da “epizomal plasmid” denir. Epizomal DNA’lar hücre bölünmesi nedeniyle bir süre sonra kaybolur. Bu yöntem genellikle kanser tedavisinde kullanılır. Gelişen teknoloji, hastalıklarının mekanizmalarının daha iyi anlaşılması, kişiye yönelik tıp vs. gibi bir çok etken ile bir arada etkinlik gösteren bu tedavi günümüzde hala geliştirilme aşamasındadır. Blog bölümünde MELİKE GEÇİLİ tarafından kaleme alınmıştır.
-
Eğer bir gıda üreticisinin ürününü “kimyasal içermez” diye pazarladığını her gördüğünüzde hayal kırıklığına uğruyorsanız veya birinin “eğer bir içeriği telafuz edemiyorsanız, onu yemeyin” dediğini duyuyorsanız, endişelenmeyin, sizi anlıyoruz. Fakat treonin, metionin, fenilalanin, ikolosin ve linonelik asit gibi içerikleri gördüğünüz zaman sinirden gözünüz seğiriyorsa, AsapSCIENCE’dan çocuklar yardım için buradalar. Çünkü bakıyor olduğunuz şeyler Doritos’un lezzetine giren korkunç kimyasal katkı maddeleri değil, bunlar basit, doğal bir yabanmersininin içinde bulunanlar. AsapSCIENCE’ın açıkladığına göre, vücutlarımız üzerinden aldığımız her bir şey kimyasallardan oluşur, bu ister içtiğiniz su ister soluduğunuz hava olsun. Gerçekte, eğer bir muzu oluşturan tüm kimyasalların listesini bir kalp şeklindeki şeker içinde bulunan tüm kimyasalların listesinin yanına koyarsanız, bir muzun o ucuz şekerli şeyde bulunandan iki kat daha fazla kimyasaldan meydana geldiğini göreceksiniz. Fakat elbette bir kalp şeklinde şekeri meydana getiren insan yapımı kimyasallar bizim için bir muzda bulunan doğal kimyasallardan çok daha kötü, değil mi? AsapSCIENCE, öyle olması gerekmez diyor. Bir elmanın kimyasal oluşumunu sodyum tiyopental ile karşılaştırın (idamda kullanılan kimyasal). İnanılmaz şekilde bir elmanın çekirdekleri, sodyum tiyopental ile kimyasal amigdalin biçiminde aşağı yukarı aynı zehir seviyesine sahiptir. Hem elma çekirdeklerindeki amigdalin hem de idamlarda kullanılan sodyum tiyopental, vücut ağırlınızın kilogramı başına 1000 mg civarında zehirli hale gelir. İyi ki, elma çekirdeklerini yutmanın keyfini çıkaran tüm bu tuhaf insanlar için çekirdeklerde aslında zehirli bir amigdalin miktarını tüketmeye yetmeyecek kadar çok az amigdalin bulunur, elma çekirdeklerini avuç dolusu yiyor olmanız gerekir. İş sağlımıza geldiğinde, yiyeceklerimizde bulunan kimyasalların doğa tarafından mı yoksa bir laboratuvardaki bir bilim adamı tarafından mı yapıldığının önemi yoktur, önemli olan maruz kaldığımız kimyasalların dozudur. AsapSCIENCE şöyle konuşuyor: “Doğala karşı yapay diyerek işin içinden çıkamayız, çünkü doğal kimyasallar sizin için her zaman iyi değildir ve insan yapımı kimyasallar da doğuştan tehlikeli değildir.” Aslında hayatınızda hiç doğal bir karpuz yemediniz, üzgünüz. Videoya göz atmak isterseniz: kaynak: https://www.sciencealert.com/watch-chemical-free-food-no-such-thing
-
Organik Stokfree Sahalarında, küçük çaplı veya yerel ölçekte organik sistemler (OS) hiçbir hayvan girdisi, sentetik kimyasal böcek ilacı, genetik olarak değiştirilmiş organizmalar olmadan ve en az miktarda fosil yakıtla kullanır. Organik tarım, tüm bitki atıklarının kompostlaştırılması yoluyla, toprak verimliliğini arttırıcı maddeler olarak yaşayan yeşil gübreleri kullanarak ve toprak kirliliğini azaltarak ya da toprak işlemesini azaltarak toprak verimliliğine olan güveni asgariye indirmeyi amaçlamaktadır. “OS” Stokfree sistemleri kullanılarak yetiştirilen yiyecekler yerel olarak ve mevsimde yenir, bu nedenle gıda millerini en aza indirir ve mümkün olduğunca az (yeniden kullanılabilir) ambalaj ile teslim edilir. Landscapeed Organic Standards Symbol (Toprak Birliği tarafından denetlenen) ile etiketlenmiş gıda, hiçbir hayvan girdisi olmadan katı organik standartlara kadar yetiştirildiğini etik güvence taşır. Organik tarım, sağlıklı gıda üretmenin en çevreci, en ekolojik olarak sürdürülebilir ve karbon nötr yoludur. Farklı sistemler, iklim değişikliğini yavaşlatmaya nasıl yardımcı olabilir? – Hepsi sentetik gübre ve yabancı ot öldürücülere, böcek ilacı ve mantar öldürücülere bel bağlamazlar. Bunların hepsi, üretim, ambalajlama ve nakliyatta fosil yakıtlar tüketir. Büyük miktarlarda CO2 ve diğer hava kirleticileri açığa çıkarır. – Hayvansal ya da balık yan ürünleri veya hayvan gübreleri, organik veya diğer tüm çiftlik hayvanı üretiminden ayrışan toprak verimliliğini korumak için kullanılmaz. Bu, gübre ithalatı, gübre serpme ve gübre alımı için fosil yakıtlara bağımlılığı azaltır. Örneğin hayvancılık yan ürünleri için talebi ortadan kaldırır. Gübreler olarak. Bu, bir “OS” sisteminde yetişen gıdalara ahlaki değer katar ve zulüm içermeyen bir yetiştirme yöntemiyle garanti eder. – Toprağa bağlı olarak kullanılan toprak işleme sistemleri, topraktaki en büyük karbon rezervuarını potansiyel olarak korumaya yardımcı olur. Toprağı genellikle sürülmüş olarak havaya maruz bırakmak, organik maddenin CO2 olarak atmosfere kaymasına neden olur. Yeşil bir gübre ile ekilen bozulmamış toprak, ve gelişen mikrobiyal ekosistemle, havadaki CO2’yi kilitleyerek atmosferik seviyelerin düşmesine yardımcı olur. Minimal kültivasyon fosil yakıt kullanımını Stokfree azaltır. – Toprağın verimliliğini artırmak için organik madde getirildiğinde, yerel olarak ulaşım atıkları en aza indirgenir. Bu, aynı zamanda, güçlü bir Sera gazı emisyonu olan metanı ortadan kaldırmada yardımcı olur. Ayrı olarak depolama sahasında boşaltılabilecek değerli bir yerel kaynak da sunmuş olur. – Fosil yakıt kullanımı ve en çok bulunan sera gazı CO2’sinin salınması en aza indirgenir veya ortadan kaldırılır. Yenilenebilir enerji kaynakları – insan, rüzgar, güneş ve su gücü – mümkün olan her yerde kullanılmaktadır. Biyoçeşitlilik teşvik edilmekte, insan kaynaklı iklim değişikliğinin neden olduğu mevsimsel ve diğer dalgalanmalara karşı daha dayanıklı olan daha istikrarlı yerel ekosistemlerin korunmasına yardımcı olmaktadır. Stokfree, Biyoçeşitlilik açısından yardımcı olabilir mi? Dünya çapında, hayvancılık küresel ısınmaya neden olan gazların yüzde 18’ini üretiyor. Bunlardan biri olan sığırların nefes alması ve patlaması gibi. Hayvanların açığa çıkmasıyla ortaya çıkan metan, karbon dioksitin (CO2) küresel ısınma potansiyelinin 23 katına sahiptir. Hava kirletici amonyak, asit yağmurunun oluşumunda önemli bir katalizör ve CO2’nin küresel ısınma potansiyelinin 296 katı ile güçlü bir sera gazı emisyonu olan nitrojen oksit de hayvancılıkla üretiliyor. Yem maddelerinin yetiştirilmesinde ve taşınmasında kullanılan fosil yakıtlara eklendikten sonra ortaya çıkan ürünleri dünyanın dört bir yanına taşıyarak, ormansızlaşma ve kirlilik yoluyla hayvancılık yoluyla ekosistemlerin neden olduğu zararlar, yeryüzündeki yaşamı tehdit ediyor. Doğayı kendimize uydurmak yerine doğaya uymaya çalışmadığımız her gün dünya ve canlılık alemi daha da kötüye gitmektedir. Stokfree sistemi yardımıyla çevremizi ve canlıları, tabağımızdakileri değiştirmeye başlayarak koruyabiliriz. Unutulmamalıdır ki hayvancılık ile geçinilen köylerdeki ekonomik kalkınmalar, o ürünleri talep eden navegan (vegan olmayan) bireylerin çoğunluğu sayesinde devam etmekte olduğu düşünülebilir. Arz’a göre talep değişimindeki kalkınmalar ekonomik olarak, kötüye gitmek yerine daha çok alanda daha çok yatırım imkanı sağlayabilmektedir. Köylerdeki gelecek nesillerdeki bu değişim, medeniyetlerin gelişmiş uygarlık olabilmesinin temellendirmesi olarak gözükmektedir demek yanlış olmaz gibi gözüküyor. Blog bölümünde Deniz İlhan'ın yazısıdır. https://www.researchgate.net/publication/285678846_Livestock_and_climate_change https://templatelab.com/livestock-and-climate-change/ https://www.biologicaldiversity.org/programs/population_and_sustainability/pdfs/AFreshLookAtLivestockAndGhgEmissions.pdf
-
Pers imparatorluğu gücünün zirvesindeydi. Afganistan’dan,Anadolu’ya her krallığı ele geçirmiş,başına geçirdiği Pers Satraplar sayesinde ilerliyordu. Ülkesine vergi adı altında tarım ürünleri,hayvanlar,değerli madenler,köleler ve yeni yerler sömürmek için askerler topluyordu. Bu organize muazzam güç karşısında hiç bir devletin durma şansı yoktu. Tek karşı güç Yunan şehir devletleriydi,onlarda birlik kurma şansları olmayan,sonu gelmez tartışmalar yapan liderlerden oluşuyordu. Yunanlılarda büyük çapta göğüs göğüse meydan savaşı yapma alışkanlığı yoktu. Teke tek ve küçük gruplar halinde sırf göz dağı amaçlı çatışmalar yaşanır ve yenik ordu geri çekilirdi. Bu anlayış Maraton savaşında değişecekti. Maraton savaşı neden önemli? Marathon Savaşı’nın çok önemli olmasının sebebi oldukça genişleyen Pers İmparatorluğu’nun durdurulması ve bu sayede Avrupa’nın olası bir Pers istilasından kurtulması olmuştur. Pers İmparatoru 1. Darius, sınırlarını oldukça genişletmiş Anadolu’yu, Babili fethederek Yunanistan sınırına dayanmıştır. O dönemde Yunanistan’da hüküm süren Atina ve Sparta Devletlerinin üzerine yürümüş, kuzeyde ise Tuna nehrine Yelken açarak Makedonya’yı kendine müttefik olmak zorunda bırakmıştır. Böyle bir ilerleme içerisindeyken Perslilere karşı bağımsızlık ayaklanması olan Batı Anadolu’da patlak veren İyonya ayaklanmasına Atina’nın yardım ettiğini düşünerek Atina’dan İntikam alacağı konusunda yemin eden 1. Darius, Ege kıyılarından Yunanistan tarafına geçerek yaklaşık 600 gemi ve 20000 piyade ile Marathon ovasına çıkmıştır. Maraton savaşı nerede ne zaman gerçekleşti? Maraton Ovası’nda Atina Kuvvetleri ve Pers ordusu karşı karşıya gelmiş ancak 5 gün süreyle iki tarafta birbirlerine saldırmamıştır. Neden iki tarafında birbirine saldırmadığı hala muammadır. Ancak Heredot’un Kaynaklarına göre (diğer kaynaklar tarafından da desteklenmektedir) ilk saldıran Atina ordusu olmuştur. Atina ordusu kendilerine yardım için gelen Sparta ordusunun bölge varmasını beklemeden ani bir hızda bir Şafak Vakti oldukça güzel bir savaş taktiği geliştirmiştir. Tek sıra halinde Pers ordusuna ortadan girmiş ve zayıflattığı bölgelerden ilerleyerek orduyu adeta darmaduman etmiştir. Savaş sırasında çoğu tarihçiye göre oldukça güzel bir savaş taktiği izlenmiş Yunanlılar kanatta fazla merkezde az saldırıp düşmanı sarmış ve savaşın sonunda net rakama göre 192 Yunanlı ölürken 6400 kadar Persli kılıçtan geçirilmiştir. Savaşın ardından Pers ordusu geri çekilmek zorunda kalmış, tekrar destek sağlamak için Anadolu’ya dönmüştür. Ancak daha sonradan Darius’un ölümü ve toplananamamaları sebebiyle Pers hakimiyeti bölgede kırılmış, Yunanistan ve Atina Pers istilasından kurtulmuştur. Efsaneye göre Bu zaferin ardından Pheidippides isimli asker Maraton ovasından Atina’ya kadar olan yaklaşık 42 kilometrelik mesafeyi hiç durmadan koşmuştur. Atina’ya vardığında zaferi müjdeledikten sonra olduğu yere yığılarak ölmüştür. Bu olayın ardından olimpiyatlarda Marathon Savaşı ve askerin anısına maraton koşuları yapılmaya başlanmış. Aynı adla 1896’dan itibaren sürekli devam etmektedir. Maraton koşularının ismi buradan gelmektedir.
-
Heisenberg’in matris mekaniği kuramından bahsetmeden önce biraz hayatından bahsetmek istiyorum. Heisenberg daha henüz lise çağlarında kendinden yaşça büyük abisine cebir problemlerinde yardımlarda bulunmuştur. Öyle ki bir söylentiye göre doktora derecesi alacak birine henüz Heisenberg lise çağlarında (daha henüz 16 yaşında) Kalkülüs dersinde geçmesi için yardımda bulunmuştur. Aile yaşantısı Ailesi Almanya’nın 17.yy dönemine uzanan soylu bir kökeni vardır, babası latin edebiyatı ve felsefesi üzerine dersler veren bir öğretmendi, oğlunu kendisi gibi yetiştirme çabası içerisindeydi. Ona özel olarak ilgi gösteriyordu edebiyat ve sanat konusunda. Neyse ki bu durum hiç gerçekleşmedi. Babası oğlunun aslında bir matematikçi zekası olduğunu erken keşfetmiştir, babası esasında matematik cahili dense yerindedir. Kendisi matematikten hiç anlamıyor fakat oğlunu da bu yönde ilerlemesi için gayretler gösteriyordu. Okulun kütüphanesinden bulduğu matematik kitaplarını oğluna getiriyor ve oğlu da hiç ayrım yapmadan bu kitapları okuyordu. Babasının dikkat ettiği bir durumda kitapların kendi latin diline uygun düşmesidir, bu dönemde tesadüfen Leopold Kronecker’ın latince ele alınmış sayılar kuramı adlı doktora çalışmasını getirmesidir. Bu doktora çalışmasından Pell denklemini çözüp bir dergiye gönderen Heisenberg ne yazık ki olumlu tepki alamaz fakat yinede sayılar kuramına olan ilgisi asla kaybolmamaktadır. Üniversite hayatı Daha sonra üniversite için Münih üniversitesine kaydolan Heisenberg burada Lindemann’la tanışır, ne yazık ki hocası burada onu matematik konusunda oldukça bilgi yüklü ve şımarık olduğunu söyler ve babasına bunu farklı bölüme yönlendirmesini ister ve fizik okumaya karar verir. Hocası dönemin parlayan yıldızı Arnold Sommerfeld’tir, Sommerfeld kuramsal çalışmalarıyla ve Niels Bohr atom teorisine katkılarıyla tanınan birisidir, hocası Heisenberg’e çözmesi için bir problem verir. Bu dönem oldukça içinden çıkılmaz olan bu problemi kahramanımız çözer ve hocasının takdirini kazanır, problem; anormal Zeeman olayıdır (ismini Pieter Zeeman’dan almaktadır) kısaca bu olay manyetik ortamda spektral çizgilerin kırılması olayıdır, burada Sommerfeld kendi çalışma arkadaşı olan Niels Bohr’la tanıştırır, burada önemli atılımlarda bulunacak olan Heisenberg bu tanışmayı yaşamının sonuna kadar götürecektir. Kuantum mekaniği Diğer yandan kuantum mekaniği ilerlemekte ve yeni kuantum mekaniği denen olay ortaya atılmaktadır (en önemlileri de matris ve dalga mekaniği) o dönemde yine bu durum üzerine çalışan Heisenberg’in de aynı zamanda okul arkadaşı olan Pauli kuantum durumuyla ilgili bir durumun ortaya atılması ve bu fikrin aslında Pauli’ye ait olduğu söylentileri mevcuttur. Bu durum gözlenebilen bir parçacığın durumuyla ilgili yani bir parçacık gözlenmeden önce ve sonra ne durumdadır bu sorunlar üzerine çalışan o dönemin bilim insanları kuantum durumunun kesirli hallerde ne durumda olduğunu ifade eden denklemler türetmişlerdir. Heisenberg bu dönemde henüz öğrenci olarak önemli ilerlemeler kaydetmiştir ve bu kesirli durum bir çok bilim insanı tarafından reddedilince bu durumdan vazgeçmiştir, Pauli ise bu duruma dörtte birler ve sekizde birler diyerek durumu daha önemsiz bir hale getirmiştir. Kesirli haller durumunu reddeden bilim insanları daha sonra bu durumu Lande tarafından görülecektir, yani Heisenberg bu durumdan ne kadar vazgeçse de Lande bu kuramı yayınlamıştır. Felsefeye de yakın duran Heisenberg Kant ve Platon okumaktadır, hatta bir yerde atom kuramını Platon’un Timaeus’undan etkilenip yazdığını söyler. Matris mekaniği Birazda matris mekaniğinden bahsedip konuyu kapacağım. Heisenberg kuantum kuramının birinci kuşak fizikçilerindendir, Matris mekaniğini ise keşfettiğinde henüz 23 yaşındaydı, bu durumu açığa çıkaran etkenlerden bahsetmek istiyorum biraz. Sommerfeld’ten sonra Göttingen üniversitesinin başkanı olan Max Born’un asistanı olur. Bir hastalığa yakalanan Heisenberg Born’dan izin ister ve Helgoland adında bir yerde dinlenmeye karar verir. Oldukça yalnız kalan daha doğrusu kafasını dinlemek için uygun bir zaman bulan Heisenberg kuantum mekaniğinin bambaşka bir alanı olduğunu gösterir. Bu matris mekaniğidir. Heisenberg atomların değişmez durumlarını yani belirli yerde olma koşullarını dile getirmiş ve durumu formüle edecek matematik bilgisi ne yazık ki yoktur. İyileşen Heisenberg tekrar üniversiteye geri döner ve Max Born’dan yardım alır. Born bu durumu matrislerle açıklayabileceğini söyler ve hocasının yardımıyla yeni bir alan olan matris mekaniğini yeniden keşfederler, hatta Heisenberg bu durumdan dolayı 1932 yılında Nobel ödülü ile ödüllendirildi, tek başına Nobeli alan Heisenberg bu duruma Born daha sonra oldukça içerleyecektir. Peki nedir bu matris mekaniği, matris mekaniği bir bağıntının belirli yerde bulunma durumu var ise bu diğer bir bağıntı ile yer değiştiremez, yani a*b, b*a şeklinde yer değiştiremez,.Kuantum mekaniğinde örneğin momentum ve yerin kuantum değeri karşılıklı olarak p ve q ile gösterilir. Born ve Jordan tarafından formüle edilen bu durum pq-qp=h/2πi matris mekaniğinin temelini oluşturmaktadır. (Hatta M. Born’un mezarında bu denklem vardır). Burada h Planck sabiti, i ise -1’in kök karesinin göstermektedir. Tüm kuantum sisteminde önemli olan nokta ise h sıfır olursa denklem klasik mekanik şeklini alır. Matris mekaniği hesaplamaları Matris mekaniğinde her matris elemanı beklenen değeri vermektedir. Matris elemanları integralinden hesaplanırken Heisenberg ve Schrödinger gösterimleri birleştirilir. Schrödinger dalga mekaniği ile Heisenberg matris mekaniği arasındaki bu paralellik ilginçtir ve açıkçası güzeldir. Bu iki durumun nedeni ise aynı mantık üzerine kurulu olmasıdır. (hatta ünlü teorik fizikçi Richard Feynman fizik yasaları üzerine adlı yapıtında bu durumu şöyle izah eder. Kuantum mekaniği temelde iki şekilde izah edilmiştir. Biri Heisenberg’in matris mekaniği, diğeri ise Schrödinger’in dalga mekaniği) Bir fiziksel büyüklüğü temsil eden operatörün uzayı geren baz vektörlerini oluşturur. Hesaplandığında köşegen üzerindeki matris elemanları sıfırdan farklı, köşegen dışı ise sıfır olduğu görülür. Yine Hamiltonyen operatörünün özdeğer denklemleri Heisenberg matris mekaniği yöntemiyle ifade edilmiştir. Matris mekaniğinin diğer bir önemi ise yine bir açısal momentumun operatörlerinin matris elemanlarıyla ilgili kuantum sayısı cinsinden yazılabilir olmasıdır. [1]. Prof.Dr.Erol Aygün – Prof.Dr.D.Mehmet Zengin – Kuantum Fiziği (Bilim Yayınları-2009) [2]. Erwin Schrödinger ve Kuantum Devrimi – John Gribbin (Çev:Prof.Dr.Bahattin Mehmet Baysal-Alfa Yayınları-2013) [3]. Uranyum Savaşları – Amir D.Aczel (Çev:Barış Gönülşen-2012)[4]. Fizik Yasaları Üzerine – Richard Feynman (Çev.Nermin Arık-2012)
-
Doğal seleksiyon kavramında yer alan iki temel noktayı bir kez daha belirtmek yerinde olur: (1) Yaşam savaşımında daha güçlü veya çevre koşullarına daha uyumlu bireylerin ayıklanmaktan kurtulma ye çoğalma şanslarının daha yüksek olduğu; (2) Tüm canlıların varyasyonlara açık olduğu (Varyasyonların nedenlerine ilişkin bilgilerimizin yetersizliği, varyasyonları beklenmedik ya da raslantı oluşumlar saymaya yol açmıştır.). Türlerin oluşumunda başlıca düzeneğin doğal seleksiyon olduğu düşüncesi ister istemez yanıtlaması çok güç bir soruya bizi yöneltmektedir. Doğal seleksiyon bugün de yürürlükte olduğuna göre, yeni türler şimdi de ortaya çıkmakta mıdır? Bu soruyu yanıtlamak kolay değildir. Bir kez, evrim doğal bağlamında doğrudan gözlenebilecek bir olay değildir. Sonra, yeni bir türün oluşması uzun zaman alan bir süreçtir. Ancak kesin bir şey söylenemiyor diye doğal seleksiyon düzeneğini bilim dışı, dayanaksız bir düşünce saymak da yanlıştır. Unutmamak gerekir ki, bilimde tüm kuram ve genellemeler az ya da çok doğrulanmış hipotezlerdir. Her hipotezin bil açıklama işlevi vardır; bir alanda açıklama işlevi bakımından daha kapsamlı, daha doyurucu alternatif bir hipotez ortaya atılıncaya dek, yürürlükteki hipotez korunur. Bilimde her kuram veya hipoteze geçici gözüyle bakılır; yeni gözlem veya deney sonuçlarının ters düştüğü hiçbir hipotez yanlışlanmaktan kurtulamaz. Bu noktayı bilerek ya da bilmeyerek gözden kaçıranların evrim kuramının birtakım sorulara yanıt vermediği gerekçesiyle bilimsel olmadığı savma sarıldığını görmekteyiz. Oysa tüm bilimsel kuramlar gibi evrim kuramı da ne kesindir, ne de “kesin değil” diye bilim dışı sayılabilir. Evrim kuramını “ispatsız kaldığı” gerekçesiyle bilim dışı saymak ne denli yanlışsa, artık tartışılmaz “bilimsel bir yasa” saymak da o denli yanlıştır. Hiçbir bilim adamı (Darwinci ya da yeni Darwinci olsun) evrim kuramının ispat edildiği düşüncesini ileri süremez. Ne var ki, evrim kuramının sağlam olgusal verilere dayandığı gerçeği de yansız ve nesnel düşünen hiç kimsenin gözünden kaçmayacak kadar açıktır. Üstelik evrim olgusunu açıklama yolunda bu kurama seçenak sayılabilecek başka bir kuram da bugüne değin ortaya atılmış değildir. Kuşkusuz bu durum kuramın kesinlik kazandığı anlamına gelmez. Bilimde her kuram gibi evrim kuramı da irdelenebilir, tartışılarak geliştirilebilir. Nitekim, doğal seleksiyon ilkesi tartışma götüren bir konudur; evrim sürecinin kimi inceliklerini açıklamada bu ilkenin tümüyle yeterli olduğu kolayca söylenemez. Ancak açıklama gücü daha doyurucu yeni bir ilke oluşturuluncaya dek doğal seleksiyon düşüncesinden vazgeçilemez.
-
Tanınmış bilim insanları ve bazı gerçek hayat hikayeleri
konu Bilim Forum içerik ekledi : Merak Ettiklerimiz
Anlatılanlara göre tanınmış bilim insanları serisinden ünlü Danimarkalı fizikçi Niels Bohr doktorasını tamamlar tamamlamaz ünlü atom teoristi J..J. Thomson’un yanına gider. Ne var ki burada umduğunu bulamaz sebebi ise Thomson’un Niels Bohr’u sıradan birisi gözüyle bakmasıdır. Bir kalabalık sohbet esnasında Thomson Bohr’un düşüncelerini sorgusuz/sualsiz hayır diye yanıtlıyor. Aynı düşünceleri kendi dile getiriyormuş, bunu içine sindiremeyen Bohr çıkış yolu arar. Zamanın parlayan yıldızı Rutherford’un yanına gider, hocası esasında deneycidir kendisi ise teorikçi ama hocasıyla öyle bir dostluk kuruyor ki, Bohr bir oğluna Rutherford’un ilk ismi olan ‘Ernest’ adını koyuyor. Hocasının çizdiği yol Burada hocasının da çizdiği yolda -birazda cesaretlendirerek- yeni bir atom modeli öneriyor. Bu atom modeli ne küre şeklinde, ne üzümlü kek,nede gezegenlerin Güneş etrafında dönmesi şeklindedir. Bu atom modelinde bazı şeyler kuantumlu olup bu model kuantum kuramı ile Newton mekaniği arasında geçiştir. Diğer bir anısı olarak da bizzat kendisi tanıklık ettiği şekilde, bir gün Bohr ve abisi Harald Bohr tramvayda yolculuk yapıyorlarmış. Bohr’un anlattığına göre, annesi sıkılmış olmalı ki çocuklarına bir şeyler anlatıyormuş. Çocuklarda annelerini dinlerken yanlarından geçen birisi ‘yazık kadına bu iki ahmağa bir şeyler anlattığını zannediyor’ dediğine tanık oluyor ve Niels Bohr büyüyüp kuantum mekaniğinin öncülerinden, abisi Harald Bohr’da ünlü bir matematikçi oluyor. Einstein ve hocası Minkowski arasında da şöyle bir diyalog söz konusudur, anlatılanlara göre Minkowski -ki kendisi genel görelilik kuramına katkılarıyla tanınır- Einstein’a ‘hiçbir yere gelemeyecek miskin bir köpek’ demiştir, tabi bu sözlerini daha sonra yemek zorunda kalıyor. Bir diğer tanınmış bilim insanları anısı olarak, Alman fizikçi Max Born üzerine, Max Born asistan olduğu bir sırada nasıl oluyorsa laboratuvar hortumunu patlatıyor, tabi her yer su içerisinde, hocası Lummer’de buna ‘sen asla bir fizikçi olamayacaksın’ diyor ama Max Born değil fizikçi olmak, Nobel Ödüllü fizikçi oluyor, bugün kuantum mekaniğinde olasılık fonksiyonunun yorumunu ona borçluyuz. [1]. Prof. Dr. Cemal Yıldırım – Bilimin Öncüleri – (TÜBİTAK Yayınları – 1999) [2]. Marcus Chown – Biraz Kuantumdan Zarar Gelmez – (Alfa Bilim Yayınları – 2009) [3]. Wikipedia -
Öncelikle koyun ve keçilerde, ender olarakta sığır ve diğer ruminantlarda görülen sokucu arthropodlar tarafından bulaştırılan viral bir hastalıktır. Güney Doğu Anadolu, Akdeniz Bölgesi ve Kıbrıs’ta hastalık salgınlara neden olmuştur. Etiyoloji: Evcil ve yabani ruminantlara arthropodlar (Culicoides) tarafından nakledilen, ancak hayvanlar arasında bulaşmayan enfeksiyöz nitelikli bir hastalıktır. Koyunlarda akut olarak seyreder. Keçilerde ise koyunlardan daha fazla görülür. Enfekte sığırlar ise hastalığın rezervuarı olarak sorumlu tutulmaktadır. Nitekim mavi dil hastalığı virusu yönünden yapılan serolojik çalışmalarda sığırların seropozitif oldukları ortaya konmuştur. Hastalık vektörlerin aktivitesine bağlı olduğundan iklime bağlı enfeksiyon olarak da tanımlanır. Etken Reoviridae ailesinden Orbivirus soyundan mavi dil virusudur. Dünya çapında yaygın 24 serotipi ortaya konmuştur. Avrupa’da 1, 2, 4, 9 ve 16 serotiplerine bağlı enfeksiyon seyreder. Dezenfektanlara dirençlidir. Ancak %3’lük sodyum hidroksit ve iyot çözeltilerine duyarlıdır. Bulaşma: Vektörlerin etkinliği ile ilişkili olduğundan iklime bağlı enfeksiyon olarak tanımlanır. Yağışlı mevsimler ve Culicoides türü sineklerin yoğun olduğu yaz ve sonbahar ayları başlangıcında hastalık ortaya çıkar. Culicoides türü sineklerden C. variipennis USA, C. brevtarsis Avustralya ve C. imicola (pallidipennis) Afrika, C. wadai, C. actoni ve C. fulvus Avrupa ve Orta Doğuda hastalığın biyolojik vektörü olarak ortaya konmuştur. Vektör sinekler koyunlara sığırlardan daha fazla saldırır. Enfekte hayvanlardan kan emerken virusu alır. Virus sineklerde 6-8 gün içinde çoğalır ve tükürük bezleri yolu ile hayvanlara geçer. Mavi dil virusu bulaşıcı değildir. Patogenez: Viremi döneminden önce virus lenfoid dokuda (dalak, lenf düğümü ve lenf damarları) bulunur. Primer olarak çoğaldığı organ lenf düğümleridir. Enfeksiyondan sonraki 6-7 gün içinde viremiye bağlı olarak ateş ve lökopeni meydana gelir. Dolaşımdaki virus konsantrasyonu tip spesifik antikorlar ile direkt ilişkilidir. Ancak viremi döneminde virus damar duvarı üzerinde etkili olarak endotel yıkımına yol açar ve mavi dil hastalığının karakteristik semptomlarının şekşllenmesine neden olan endotel hücrelerinde hipertrofi, karyoreksis ve piknoz meydana gelir. Endotel hücreleri dejenerasyonu ve nekrozuna bağlı olarak tromboz, hemorajiler ile karakterize hemorajik diathesis tablosu ve dissemine intravasküler koagulopati (DIC) gerçekleşir. Diş etlerinde ülserler gelişir. Bazı enfekte koyunlarda dilin şişmesi ve siyanotik renk alması nedeniyle mavi dil (Blue tongue) olarak isimlendirilir. Sığırlarda mavi dilin patogenezi koyunlardan farklıdır. IgE hipersenvitesine dayanan reaksiyon şeklindedir. Ödem, konjesyon, hemoraji, yangı ve nekroz gelişir. Semptomlar: Mavi dil hastalığında inkubasyon süresi bir haftadan (2-14 gün) düşüktür. Bu süre deneysel enfeksiyonlarda 2-4 gün olarak bildirilmektedir. Vücut ısısı 40.5-41°C arasında değişir. Ateş 5-6 gün kadar sürer. Ateş başlangıcından iki gün sonra mukopurulent veya kanlı görünüşte salivasyon ve burun akıntısı başlar. Dudaklarda, dilde, diş etlerinde erezyon ve ülserler oluşur. Dilin yanlarındaki nekrotik ülserler çok tipiktir. Commissura lalialis’de hiperemi ve ülser ler meydana gelir. İlerlemiş olgularda dil ve dudaklar siyanotik renk alır. Hastalık mukoz membranlarda konjesyon, dökülme ve hemorajiler ile karakterizedir. İneklerde de görülür. Koyun, keçi, sığır, mandave geyiklerde de hastalık meydana gelir. Kaslarda sertlik, topallık, salivasyon, ağız mukozasında, dilin üstünde ülser oluşumu, dudaklarda ödem, diş etlerinde ülserler ve nekroz meydana gelir. Nasolabial bölge kuru ve kabukludur. Mavi dil hastalığında ağız ve dil lezyonları yanında deri lezyonları da şekillenir. Ağız ve burun çevresi, falankslar ve perianal bölgede kuru, kabuklu geniş plaklar oluşur. Deri lezyonları alopesi ile komplikedir. Ekstremitelerdeki deri lezyonları coronitis ve topallık ile komplike olur. Tırnak lezyonları çok tipiktir. Korona bölgesinde mavi bir çizgi bulunabilir. Laminitis nedeniyle yürüyüş ağrılıdır. Ölüm klinik belirtiler ortaya çıktıktan 6 gün sonra meydana gelir. Enfekte bölgelerdeki koyun ve keçilerde mavi dil hastalığı ateşli abortus şeklinde seyreder ve lokal semptomlar şekillenmez. Subakut olarak isimlendirilen bu formda lokal lezyonlar minimum düzeyde olup, ölüm ile sonuçlanmaz. Doğal yolla enfekte koyun ve keçilerde konjenital deformasyonlar ve abortus şekillenir. Sığırlarda klinik semptomlar enderdir. Ateş, solunum sayısında artış, lakrimasyon, salivasyon, ağız mukozasında vezikül ve ülser oluşumu, hiperestezi ve veziküler ve ülseratif dermatitis şeklindedir. Gebe köpekler yavru atar veya ölü doğum yapar. Tanı: Mavi dil hastalığından şüpheli koyunlardan alınan kan yunurta sarısı, doku kültürü veya canlı koyunlara inoküle edilerek virus izolasyonu yoluna gidilir. Ancak pozitif çıkan hayvanların serolojik yönden doğrulanması gerekir. Viral RNA’nın ekstraksiyonu PCR (Reverse PCR) yöntemi ile yapılır. Serolojik testlerden komplement fikzasyon, AGID, cELISA kullanılır. Sağaltım: Mavi dil hastalığından enfekte sığır ve koyunlarda ikincil enfeksiyonlara karşı geniş spektrumlu antibiyotikler kullanılır. Lokalize lezyonların iyileşmesi için iyot çözeltileri, pomatlar veya losyonlar kullanılır. Enfekte hayvanların ağız mukozasında travmaya neden olabilecek sert gıdalardan sakınılır. Virusa etkili ilaç mevcut değildir. Bu nedenle sağaltım şansı yoktur. Kaynak: Bilal, Tarık.,Sığır Hastalıkları.,Viral Hastalıklar.,2013.,429-432.
-
Kedi ve Köpeklerin Paraziter Deri Hastalıkları (II)
konu Bilim Forum içerik ekledi : Hastalıklar ve Sağlık
Kanin (Köpek) Demodikozis Demodikozis, Demodex etkenlerinin aşırı üremesiyle oluşan paraziter bir deri hastalığıdır. Demodex kpnakçı spesifiktir ve deri faunasının nbir parçası olarak kabul edilir. Etkenin doğumdan sonra ilk 1-2 günde süt emen yavrulara anneden geçtiğine inanılır. Köpeklerde primer etken D. canis’tir. Kıl foliküllerinde yerleşir ve foliküler akıntılarla beslenir. D. cornei stratum corneum, D. injai ise yağ bezlerine yerleşir. Hastalık endoparazitismuslu yavru köpekler, yetersiz beslenme, neoplazi, immunsupresyon veya immunsupresif tedavi gören, hipotiroidizm ve hiperadrenokortisizm gibi hormonal bozuklukla hastalarda sekonder olarak oluşur. Bir yaşından küçük saf ırklarda daha fazla görülür. Hastalığın oluşmasında genetik yatkınlık oldukça önemlidir. Bu nedenle generalize demodikozisli köpekler kısırlaştırılarak üretimde kullanılmaması önerilir. Klinik Bulgular: Kanin demodikozis lokal ve generalize olmak üzere iki klinik formda görülür. Lokal Demodikozis: Tek bir bölgede ve aynı bölgede 5’den daha az lezyon bulunan olguları ifade eder. Daha çok 3-6 aylık köpeklerde görülür. Yüz, ön ekstremiteler en fazla etkilenen bölgelerdir. Lezyonlar kaşıntısızdır, alopesi, eritem ve kepeklenme görülür. Lokal demodikozis generalize demodikozise dönüşebilir. Generalize Demodikozis: Juvenil (<18 aylıktan) ya da yetişkin başlangıç olmak üzere iki formu vardır. Juvenil form çoğunlukla 3-18 aylık dönemde başlar. Başlangıçta kızarıklık, kepeklenme, kabuklanma, alopesi ve hiperpigmentasyon görülür. Sekonder piyoderma sonrası ödem, foliküler papül, püstül, frunkulozis, eksudasyon ve kabuklanmaya neden olur. Hayvanlar depresiftir, deri pis kokulu ve generalize lenfadenopati vardır. Yetişkin başlangıç daha önce Demodex enfeksiyonu geçirmemiş 4 yaş ve üzeri köpeklerde daha az görülen bir formdur. Hipotiroidizm, hiperadrenokortisizm, neoplazi, immunsupresif tedavi gören hastalarda sekonder olarak oluşur. Klinik belirtiler juvenil forma benzer. Tanı: Derin deri kazıntılarında mikroskobik olarak çok sayıda Demodex etkeninin belirlenmesiyle tanı konulur. Şiddetli bakteriyel piyodermayla seyreden enfeksiyonlarda direk smear veya foliküllerin sıkılmasıyla elde edilen içerikte etken belirlenebilir. Feline (Kedi) Demodikozis Kedilerde demodikozis köpekler kadar yaygın değildir. Siam ve Burme ırkı kedilerde daha sık görülür. Etken D. cati ve D. gatoi’ dir. D. cati D. canis’e benzer ve kıl folikülleri ve yağ bezelerinde yaşar. D. goati ise superficial epidermiste yaşar ve bulaşıcı olduğuna inanılır. Klinik Bulgular: D. cati enfeksiyonunun lokalize ve generalize formları bildirilmiştir. Çoğunlukla baş, boyun ve eklemlerde olmak üzere eritem, papül, püstül, diffüz simetrik alopesi, kepeklenme, kabuklanma, erezyon, ülserasyon, komedon ve hiperpigmentasyona neden olur. Kaşıntı değişkendir fakat çoğunlukla yoktur. Generalize demodikozis hiperadrenokortisizm, FIV, FeLV, diabetes mellitus ve squamöz hücre karsinomu olgularında sekonder olarak oluşur. D. goati’ nin neden olduğu demodikozis olgularında klinik belirtiler D. cati’ye benzer fakat kaşıntı daha belirgindir. Baş, boyun, ventral abdomen ve eklemlerde şiddetli kaşıntıyla birlikte eritem ve alopesiye neden olur. Tanı: Lezyonlu bölgelerden alınan derin deri kazıntılarında etkenin görülmesiyle tanı konulur. Ayırıcı tanıda dermatofitosis, pire ısırığı alerjisi, gıda alerjisi, cheyletiellozis, bakteriyel folikulotis, pedikulozis, pemphihgus foliasus, psikojenik alopesi dikkate alınır. Köpek Uyuzu (Sarkoptik Uyuz) Köpeklerde uyuz Sarcoptes scabei var. canis’ in neden olduğu şiddetli kaşıntılı deri hastalığıdır. Etken epidermiste açtığı tünellerde yaşar. Tüm yaşam siklusunu konakçı üzerinde 10-14 günde tamamlar. Kaşıntı parazitin neden olduğu irritasyon veya sekresyonlarına karşı hipersensivite nedeniyle oluşur. Irk, yaş ve cinsiyet predispozisyonu yoktur. Oldukça bulaşıcıdır ve zoonoz karakterlidir. Bulaşma direk temasla veya kontamine çevreyle olur. Sarcoptes kedilerde, tilki ve insanlarda da enfeksiyona neden olur. Önemli zoonoz bir hastalıktır. Klinik Bulgular: En önemli semptom şiddetli kaşıntıdır. Eritematöz papülle başlayan lezyonlar hızla kabuklanır. Deride ekskoriasyon, alopesi, likenifikasyon, hiperpigmentasyon ve sabore oluşur. Lezyonlar başlangıçta dirsekler, kulak uçları ve ekstremitelerin iç yüzeyi gibi kılsız bölgelerden başlar, ventral abdomen, eklem yerleri ve şiddetli olgularda bütün vücuda yayılır. Sekonder piyoderma ve generalize lenfodenopati yaygındır. Tanı: Yüzeysel deri kazıntılarında etken veya yumurtalarının görülmesiyle tanı konulur. Tek bir etken veya yumurta tanı için yeterlidir. Fakat olguların ancak %20’sinde parazit belirlenir. En az 3 farklı yerden örnek alınması tespiti kolaylaştırabilir. Sarkoptik uyuzlu köpeklerde (<%75) kulak kepçesi veya ucu ovalandığında arka ayaklarıyla kendini kaşımaya başlar. Fakat spesifik değildir, kaşıntıya neden olan diğer hastalıklarda da görülebilir. Serolojik testlerle sarcoptes’e karşı antikorlar belirlenebilir. Testin duyarlılığı ve spesifitesi yüksektir. Ayrıca kronik şiddetli kaşıntılı köpeklerde ampirik olarak sarkoptik uyuz tedavisi yapılarak iyileşmeye göre tanı konulabilir. Ayırıcı tanıda kaşıntıya neden olan atopi, gıda alerjisi, pire alerjisi, piyoderma ve malessezia dermatitisi göz önünde bulundurulmalıdır. Kedi Uyuzu (Notoedrik Uyuz) Kedi uyuzu Sarcoptidea familyasına bağlı Notoedres cati’nin neden olduğu şiddetli kaşıntılı deri hastalığıdır. Yaşam siklusu Sarkoptes scabei var. canis’e çok benzer. Bulaşma direkt temasla olur. Oldukça bulaşıcı ve zoonoz karakterlidir. Köpekler ve tavşanları da enfekte edebilir. Klinik Bulgular: Notoedres cati köpeklerde sarkoptik uyuza benzer şekilde şiddetli kaşıntılı deri lezyonlarına neden olur. Lezyonlar özellikle kulak kenarı ve baş bölgesinden başlar, yüz ve boyuna yayılır. Başlangıçta eritem ve kabuklanmalar şeklinde olan lezyonlar ilerlediğinde alopesi, likenifikasyon ve yoğun sert kabuklanmalar oluşur. Tanı: Deri kazıntı örneklerinde etken veya yumurtalarının görülmesiyle tanı konulur. Köpeklerin tersine kazıntıda yüksek oranda etken bulunur. Fakat etken bulunmaması enfeksiyonu elimine etmez. Bit Enfestasyonları (Pedikülozis) Kedi ve köpeklerde pedikülozis Anoplura (kan emici bitler) ve Mallophaga (sokucu bitler) türlerine ait bitler tarafından oluşturulur. Bitler zorunlu parazitlerdir ve hayat sikluslarını tek konakta yaklaşık 3-5 haftada tamamlar. Bulaşma konaktan konağa direkt temasla veya kontamine yatak veya tarak malzemeleriyle olur. Köpekten köpeğe, kediden kediye oldukça bulaşıcıdır. Fakat kedi veya köpekten insana bulaşamaz. Klinik Bulgular: Bit enfestasyonuna bağlı çoğu deri semptomu irritasyon sonucu oluşan kaşıntıdır. Dağınık kıl örtüsü, saborea ve self travmaya bağlı alopesi görülür. Özellikle gençlerde yoğun kan emici bit enfestasyonu anemi ve halsizliğe neden olur. Kedilerde ise pedikülozis milier dermatitis neden olur. Fakat kedi ve köpekler asemptomatik taşıyıcı olabilir. Tanı: Yetişkin bitlerin veya kıllarda yapışmış bit yumurtalarının (sirke) görülmesiyle tanı konulur. Kene Enfestasyonu Kedi ve köpeklerde kene enfestasyonları Rhipicephalus (kahverengi köpek kenesi), Dermacentor (Amerikan köpek kenesi), İxodes, Ambyloma ve Haemohyalis türüne bağlı keneler tarafından oluşturulur. Köpeklerde kedilerden daha yaygındır. Klinik Bulgular: Kene enfestasyonları çoğunlukla asemptomatiktir. Fakat kenenin yapıştığı yerde yangısal noduller oluşabilir. Fakat kenelerden geçen önemli hastalıklara (erlichiosis, lyme hastalığı, babesiosis ve kene paralizi) neden olması nedeniyle kene mücadelesi oldukça önemlidir. Keneler vücudun her yerinde bulunabilir. Fakat genellikle kulak içi ve interdigital bölgede yoğundur. Tanı: Etkenin görülmesiyle konulur. Sağaltım: Hafif enfestasyonlarında keneler mekanik olarak uzaklaştırılır. Ağız organellerinin deride kalmaması için bir forsepsle kene deriye tutunduğu yere yakın tutularak dikkatlice çıkarılır. Kene enfektif olabileceği için sıkılmamalı, döndürülmemeli, yakılmamalı veya patlatılmamalıdır. Çıkarılan kene alkol veya antiseptikli bir solüsyon içine atılarak ölmesi sağlanır. Kaynak: YARSAN,. Ender.,Kedi ve Köpek Hekimliği., Deri Hastalıkları.,2015.,397-405. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır. -
Akut seyirli ve öldürücü bir hastalıktır. Toksin kaynağı olarak bozulmuş hayvan ve kuş karkasları rol oynar. Silaj yemlerinde de bakteri üreyerek toksin salgılar. Etiyoloji: Clostridium botulinum ile enfekte gıda ve suların alınması sonucunda oluşan sığırların bir tür entoksikasyon sendromudur. Trakya bölgesi sığırlarında hastalık görülmektedir. Güney Afrika’da yaygın görülür. Minklerde tip C’den ileri gelen toksienfeksiyöz botulismus saptanmıştır. Kedilerde görülmemiştir. Köpeklerde ender de olsa ortaya konmuştur. Sığır, koyun ve atlar duyarlıdır. Kanatlılar en duyarlı türdür. At ve taylarda tip B toksini izole edilmiştir. Kanatlı atıkları ve leşleri C tipini kapsar. Sporlu formlar 30 yıl tabiatta yaşayabilir. Silaj yemleri toksin içeren kanatlı karkasları ile enfekte olur. Etken çevre koşullarına dirençlidir. Cl. botulinum’un 7 serotipi vardır. C ve D serotipleri en çok hayvanlarda hastalığa neden olur. Atlarda Shaker Foal Syndrome veya toksi-enfeksiyöz botulism olarak isimlendirilir ve tip A’dan ileri gelir. Gram pozitif bu bakteri dış ortamda ve hayvanların mide-bağırsak sisteminde saprofit olarak yer alır. Aerobik ortamda spor teşkil ederek yıllarca canlı kalır. Ancak sporları anaerobik koşullarda ve alkali ortamda proteinden zengin bozulmuş, çürümüş meteryalde, silaj yemlerinde, kemik ve deri gibi organik materyalde vejetatif hale geçerek çoğalır ve botulismustoxin ade verilen nörotoksik etkili çok kuvvetli bir toksin açığa çıkarır. Bozulmuş bu organik ve bitkisel materyali alan sığırlarda entoksikasyon sendromu meydana gelir. Botulismus toksini A, B, C, D, E ,F ve G olarak gruplandırılır ve bunlardan C ve D toksinlerine sığırlar çok duyarlıdır. 1 mcg miktarında botulismus toksininin insanı öldürmek için yeterli olduğu bildirilmektedir. Sığırlar kalitatif ve kantitatif açlık belirtisi olan allotrophagia (pika) olgularında gıda niteliğinde olmayan deri, hayvan leşi, kemik gibi organik materyali veya çöp artıklarını yalamak ve tüketmek isterler. Patogenez: Toksin sindirim sistemi yoluyla alınır. Sporlar ağız yoluyla alındıktan sonra mide-bağırsak kanalında anaerobik koşullarda veya nekrotik odaklarda vejetatif hale geçerek toksin üretir. Toksinleri nörotoksik etkilidir ve organizmada histopatolojik değişikliğe neden olmaksızın işlevsel paralize yol açar. Parasempatik sinir sisteminin sinaps ve motorik end-plaklarında transmitter madde olan asetilkolin sekresyonunu inhibe eder. Bu şekilde impuls iletisi sağlanamadığı için periferik gangliyonlarda ve nöroeffektör organlarda işlev yerine getirilemez ve sonuçta iskelet kaslarında gevşeklik, timpani, ilerleyen ve son dönemlerde felçler meydana gelir. Botulismusta ölüm respiratorik paralizden ileri gelir. Aşağıdaki videoda botulismus hastası hayvanlar verilmiştir. Semptomlar: Sporadik salgınlara neden olur. İnkubasyon dönemi 1-17 gün arasında değişir. Başlangıç aşamasında yürümede isteksizlik, baş ve boynun aşağıda tutulması, salivasyon, urinasyon ve dilin ağızdan sarkması görülür. Hayvan kesinlikle yem tüketmez. 3-5 gün içinde ilerleyici paraliz şekillenerek ölür. Gıda alımının ve yutma refleksinin ortadan kalkması, dil, M. masseter ve yutak kaslarında şekillenen felç sonucunda salivasyon, dil felci, yutma refleksinin şekillenmemesi, ağzın açık kalması, su kovası başında dil sarkmış, salivasyon mevcut halde bekleme gibi semptomlar ortaya çıkar. Daha sonra bu felçler iskelet kaslarına yayılarak tutuk yürüyüş, ayağa kalkmada, yürümede güçlük, ataksi, sallantılı yürüyüş, kuyrukta hareketsizlik (sarkma) gibi motorik işlev yetersizliklerine dönüşür. İştahsızlık, adipsi, pupillada dilatasyon, ilerleyici paraliz, salivasyon, kuyruk ve yutma felci, mukozalarda kuruluk ve konstipasyon mevcuttur. Rumen ve bağırsak atonisi şekillendiği için konstipasyon mevcuttur. Birkaç gün içinde hayvan yatarak, interkostal kas paralizi şekillenerek %100 ölür. Otopsi: Patolojik yönden hastalığı betimleyen hiçbir değişiklik ortaya ortaya konamaz. Hastalığa özgü olmayan subendokardial ve subperikardial kanamalar, bağırsak mukoza ve serozasında konjesyon, beyin dokuda perivasküler hemoraji ve cerebellum’daki Purkinje hücrelerinde yıkım mevcuttur. Tanı: Klinik semptomlara ve hastalığın seyrine bakılarak sadece botulismustan şüphelenilebilir. Cl. botulinum mide-bağırsak kanalında ve dış ortamda mevcut olduğundan etken izolasyonu mümkün değildir. Aynı nedenle rumen ve bağırsak içeriğinde toksin aramak da anlamsızdır. Bu nedenlerle hastalığın tanısı mümkün değildir. Ayırıcı tanı: Kan kalsiyum düzeyi ölçülerek veya saha koşullarında damar içi kalsiyum enfüzyonu yapılarak ayırıcı tanıya gidilir. Öngörüm: 1-4 gün içinde ölümle sonuçlanır. Korunma: Hayvan yemlerinin kanatlı gübreleri ile kirlenmesi önlenir. Silaj yemlerinde etkenin üremesinin önüne geçilir. Botulismusa karşı aşılama Avustralya ve Güney Afrika’da uygulanmaktadır. Pika belirtisi olan hayvanları toksoid aşılar 1 yıl süre ile korur. Tip spesifik veya bivalent (C ve D) toksoid aşılar hastalığın çok görüldüğü bölgelerde uygulanır. Kaynak: Bilal, Tarık.,Sığır Hastalıkları.,Bakteriyel Hastalıklar.,2013,.368-370. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır.
-
Eski Mısır’da mumyalama işlemi neden yapılıyordu?
konu Bilim Forum içerik ekledi : Merak Ettiklerimiz
Eski Mısır’da inanışa göre yaşam beden ve ruh olmak üzere, iki kısımdan oluşur. Ruh bedeni terk ettiğinde, inanışa göre yeryüzüne yeniden geldiğinde bedenini tekrar kullanabilmesi için onu muhafaza etmek lüzum gelir. Bu maksatla beden bir takım maddeler ve yöntemler ile temizlenir ve iyice sarılır. Sonra hava almayacak şekilde bir muhafazaya (lahit) yerleştirilir. Detaylara bakalım. Mumyalama işlemi uzun zaman alan zor bir süreçtir. Bakterilerin yumuşak dokuya saldırmasından dolayı obsideyen ve bronzdan aletlerle iç organlar dışarı çıkarılır. Bu noktada iç organlarının düzenini sağlamak için vücudun içine de potasyum verilmektedir. Kimi mumyalamalarda bu çıkan organlar da “kanope” ya da “kanopik” olarak adlandırılan çömlek ve vazolara konularak mumyayla birlikte gömülmüştür. İsis, Neit, Neftis ve Selkis tanrılarının Kanopuslarına yani çömleklere konuluyor. İç organlar 9 cm’lik delikler açılarak dışarı çıkarılıyor. İçeride bırakılan tek organ kalp çünkü kalple düşündüklerine inanıyorlar. Beyin ise, burun deliklerinden çengeli kafatasına geçiriyorlar, beyni parçalayıp sıvılaştırıyorlar ve beyin burundan akıtılıyor. Natron (sodyum karbonat bileşimi bir çeşit tuz) ile tüm vücudu kaplıyorlar 35 gün bekliyorlar vücut nemden arınıyor. Yaklaşık on kilo kumaş ile ölüyü sarmalama işlemine geçiliyor ve bu işlemden sonra sargıların üzerine reçine sürülüyor. Mumya sabitleniyor ve kağıt hamuruna benzeyen bir malzemeyle daha kaplanıyor. Daha sonra granit yada taş lahite yerleştiriyor. -
10 gr. ağırlığında olan bu minik kuş durup çiçekleri koklamak yerine binlerce km uçup kısa süreli mola vererek birçok kıtayı geçip göç ediyor. İsveç teki araştırmacılar, bu bülbülün (Phylloscopus trochilus yakutensis) bulunduğu ağırlık sınıfındaki diğer kuşlara göre en uzun göç yolunu katettiğini söylüyor. Yakın bir tarihte yapılan bir araştırmaya göre Kuzey Doğu Rusya’daki yuvalarından itibaren izlenen üç adet bülbülün 13.000 km uzunluğundaki bir sonbahar göçü yapmışlardır. Hatta bilinen 13.000 km demek daha doğru olur çünkü bülbüllere takılan takip cihazlarının pilleri ancak bu süreye dayanabilmiştir. Araştırmacı Susanne Akesson: bana göre Güneydoğu Afrika’ya doğru en az 1.000 km daha uçuyor dedi. Bu Söğüt Bülbülleri 11-12.5 cm’dir. Ebatları nedeniyle gözden kaçsalar da uçuş mesafeleri göz ardı edilmemelidir. Bu kuşlar minicik bedenlerine rağmen bir günün yaklaşık dörtte birini sn de 9 metre hızla uçarak geçiriyor. Bu kuşların göç yolları şu şekildedir: Kuzey Doğu Rusya‘dan yola çıkıyor ilk uzun mola beş hafta sonunda ulaştıkları Asya. Asya’da iki haftalık mola sonrası Kenya ve Tanzanya‘ya doğru yola çıkıyor burada da kışlarını geçiriyorlar. Hatta bazıları direk Afrika’ya gidiyor. Bu yolculuğu yılda iki kez tek yönde yapan bu kuşlar dört aydan uzun sürede bu yolculuklarını tamamlıyor. Söğüt bülbüllerinin yön hissi bir dizi biyolojik pusulaya sahip. Yapılan çalışmaya göre Güneş’ten ve Dünya’dan gelen manyetik dalgaları kullandıklarını gösteriyor. Bu iki özellikleri ile doğru yöne doğru zamanda gidip yaşamları için gerekli olan kaynaklara ulaşmalarını sağlıyor.
-
Tarım ilaçlarının sağlık üzerinde etkileri nelerdir?
konu Bilim Forum içerik ekledi : Merak Ettiklerimiz
İlaçların bazı etkileri akut veya gecikmeli olarak ortaya çıkabiliyor. 2007’de yapılan bir inceleme gösteriyor ki “lenfoma ve lösemi hastalıkları, pestisitler ile pozitif bir bağlantı taşıyor.” İncelemenin sonucuna göre pestisitlerin kozmetik amaçla kullanım oranları düşürülmeli. Kalıcı organik kirleticiler Stokholm sözleşmesine göre en zararlı ve bozunmaz kimyasallardan 12’de 9’u pestisit (tarım ilacı) . Bunların çoğu kullanımdan kaldırıldı. Akut etkiler (hızla açığa çıkan) Akut etkiler tarım ilaçlarıyla doğrudan ilgilenen işçilerde açığa çıkıyor. Baş dönmesi, ağrı, bulantı ve kusma, göz ve deri problemleri şeklinde görülebiliyor. Çin’de her yıl yarım milyon kişi zehirlenerek 500’ü ölüyor. Gecikmeli ortaya çıkan etkileri Pek çok araştırma, pestisitlerle temasın, kanser riskini arttırdığını gösteriyor. Riskler hem doğrudan temas hem de dolaylı temaslar için de artıyor. Bu kimyasalları tarlada uygulayan işçilerde kanser oranı artıyor. Hamile kadının pestisitlerle teması, çocuğun lösemi riskini arttırıyor. Doğurganlık. Pestisit temasının düşük sperm sayısı, spermde mutasyonlar, hormonlarda bozukluk ve diğer üreme hastalıklarla pozitif bağlantısı olduğu araştırmalarca sabit. Temas Yolları İnsanlar pestisitlerle işte veya evde yemek yoluyla temas kurarlar. Zararlıları uzak tutmak için kullanılan pestisitlerin insan sağlığına verdiği zararlar konusunda büyük endişeler vardır. Toplumsal organik beslenme hareketlerine yol açmıştır. Bunun sebebi, neredeyse bütün sebze ve meyvelerde pestisit kalıntılarına rastlamalarıdır. Bu kalıntılar yıkamayla veya soymayla bile gitmemektedir. Pestisitlere tolerans seviyemizin belirlenmesinde EPA, market rafındaki ürünün ne oranda pestisit kalıntısı içerdiğine bakmaktadır. Ayrıca bilimsel risk analiz metotlarıyla tolerans belirlenmektedir. Üreticiler, toksikolojik araştırmalar yapıldıktan sonra üretim yapabilmekteler. (Türkiye’de bu şart aranmamaktadır.) Fakat yapılsa bile, bu toksikolojik incelemeler sadece tek bir kimyasal içn yapılmakta, diğer kimyasallarla kombine etkileri araştırılmamaktadır. Bazı pestisitler yasaklansa bile toprakta kalmaya devam edebilmektedir. Amerika’da insanlarda hala yüksek oranda DDT seviyesine rastlanmakta, halbuki bu kimyasal 72 de yasaklanmıştı.Ayrıca birleşmiş milletler vatandaşlarının kanında 50 farklı pestisite rastlanılabilmektedir. -
İnsanlar kıllarını kaybederken neden hala bazı bölgelerde kıllar kalmıştır. Bakınca bu kılların olduğu yerlerin tek ortak özelliklerinin hassas yerler olduklarını görüyorum, konuyla ilgili olarak minik bir araştırma yaparak konuya bilgi bazında olmasa da yorumsal bir açıklık getirmek ve arşivlemek istedim. Bir ihtimal; tam olarak kıllarımızı kaybetmiş değiliz, yani hala birçok insanda kıllar vardır bunun bazılarında olmamasının nedeni ise bir hastalık veya akrabalarından başlayan bir psikolojik rahatsızlık olabilir. En yakın kuzenimiz şempanze ile karşılaştırıldığında, insan vücudunda belirgin olarak kalan kıllar 2 temel amaca hizmet ediyor olmalı. İlki, önemli organları sıcak tutmak. Beyin gibi. İkincisi, koltuk altı ve cinsel bölgede apokrin ter bezlerinin salgıladığı cinsel çekiciliği sağlayan feromonların kalıcılığını sağlamak. Koltuk altı ve cinsel bölgedeki kıllar terle birlikte salgılanan feromonların kolayca uçmasını engelliyor olabilir. Tabi göğüste neden kıl yok sorusu doğuyor. Bebek meme emebilsin diye, muhtemelen. Zaten koltuk altı göğüse oldukça yakın, meme bölgesinde varsın feromonlar hızlıca uçsun, sorun değil. Bu bakış açısıyla devam edersek, kalan diğer bölgelerdeki kılların ayva tüyüne dönüşmesinin gerekçesi, kılların azaltılarak terin buharlaşmasını hızlandırmak ve hızlı soğutma yaratmak, ayrıca bakterilerin/mantarların kısmen korunaksız kalmasını sağlamak olabilir. Yani evrimsel olarak terlemeye başladığımızdan beri, bakterilerin/mantarların üremesi, cinsel feromonların kalıcılığı ve sıcaklık arasındaki denge kılların akıbetini belirlemiş olabilir.
-
Oksijenin keşfi ne kadarda Antoine Lavoisier’e ait olduğu söylenilse de bu doğru değildir, oksijeni esasında keşfeden Joseph Priestley’dir ve ismi de yetkin gazdır, Lavoisier’in önemi bu gazın özelliklerini açığa çıkarmasından gelir. Evrenin genişlediğini keşfeden esasında Hubble değil Lemaitre adında bir bilim insanıdır, kendisi aynı zamanda papazdır. Alternatif akımın keşfi Tesla değil W. Stanley adında bir bilim insanına aittir, Tesla sadece pratik hale getirmiş alternatif akım projesini. Gell-Mann kuark ismini James Joyce’un bir eserinden alıntı olarak ördeklerin çıkardığı sesten mi yoksa suda bulunan balık sesimi olduğunu tam bilinmiyor bu yüzden kuark ismi biraz belirsiz kalıyor ve kuark ismi önerilmeden önce Feynman buna parton demiştir fakat bugün parton kelimesini sadece atomun içerisindeki karmaşıklığı açıklamak için kullanıyoruz Canlılığın yapı taşı olan DNA molekülünün sarmal yapısının çözümü Watson ve Crick’ten önce (Pauling ve Haldane’de yardımcı olmuş insanlarından) Avustralyalı fizikçi Erwin Schrödinger tarafından teoriksel olarak ortaya atıldığı ve bu çözümlemenin anlatımı yaşam nedir adlı kitabında dile getirmiştir Schrödinger, biz Schödinger’i fizik ve kimyadan tanısak da o esasında biyolojiden de ciddi anlamda haberdardır, yaşam nedir adlı kitabı bu konuda bilgiler aktarır, kitabın ön sözünde ünlü fizikçi Roger Penrose’un da bir yazısı vardır, orada Crick ve Haldane’in Schrödinger’den etkilendiklerini dile getirmektedirler. Galile güneşin değilde dünyanın güneş etrafında döndüğü tezi -ki bu tezi Kopernikten sonra Bruno’da dile getirmiştir- onu engizisyonca zor duruma sokmuştur ama sözlerini geri almak şartıyla salıverilmiştir, Galile’nin esasında ölümü söylediği sözlerden dolayı değil bir dizi hastalıktan dolayıdır engizisyon tarafından öldürüşü doğru değildir ve bu sözlerinden dolayı mahkemeden özür dilemiş ve söylediklerinin sapkınca olduğunu dile getirmiştir. Ondan daha henüz 15, 20 yıl önce yaşamış İtalyan filozof-bilim insanı Giordano Bruno’da aynı şeyleri söylemiştir oysa Bruno Galile gibi sözlerini geri almamış tam aksine görüşlerini savunmuş bir bilim şehididir, kendisi düşüncelerinden dolayı İtalya’da bir meydanda yakılarak idam edilmiştir, bu ayıp aynı zamanda dünya tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Kaynaklar: Kimya Tarihinden Kesitler – Prof.Dr.Emre Dölen (Türkiye Kimya Derneği Yayınları) Evrenin dokusu – Brian Greene (TÜBİTAK Yayınları) http://edisontechcenter.org/tesladebunked.html Oyunun Kurallarını Fizik Söyler -Eren Veysel (ODTÜ Yayınları) İkili Sarmal – James Watson (Say Yayınları) Galileo’nun Buyruğu – (Der: Edmund Blair Bolles) – (TÜBİTAK Yayınları) Yaşam Nedir? – Erwin Schrödinger (Evrim Yayınları)
-
10 yıl önce Maraton'da yenilen Persler bunun intikamını almak için, Kserkses önderliğinde hazırlıklar yaptılar.İmparatorluk sınırları içinden dev bir ordu toplandı.8000 kişilik Arap deve ordusu, kement atıp yakaladığını hançerle öldürürken, Baktrya süvarileri oklarıyla saldırıp düşmanına ağır kayıplar verdiriyor,Ölümsüzler adlı 10 bin kişilik seçme muhafız ordusu elit bir birlik olarak Pers ordusunda göz dolduruyordu.Devasa ordu Çanakkaleyi 7 gün 7 gecede ancak geçebildi bu okurlara ordunun muazzam büyüklüğü hakkında fikir verebilir. Yunan şehir devletleri paniğe kapılmışlardı.Bir birlik oluşturmaya nihayet karar verdiler.ortak strateji, güçlü Pers ordusunu karada oyalamak ,zayıf oldukları denizde yok edip ,ikmalsiz kalan Pers kara gücünü geri çekilmeye zorlamaktı. Efsanevi Sparta kralı Leonidas,ordusuna güveniyordu.Sparta temelde bir askeri devletti.6 yaşında ailesinden alınan çocuklar 20 yaşına kadar çok ağır bir askeri eğitim alıp orduya dahil oluyor 60 yaşına kadar devletin malı olarak hizmet görüyordu.Zayıf ve hastalıklı çocukların bu sistemde yeri yoktu.Sonları sadece uçurumdan aşağı atılmaktı.Helot adı verilen köleler çalışmakla yükümlüydüler,çoğalınca Sparta askerleri kıyıma giriyor,ve tehdit oluşturmayacak sayıda kalınca helotlar katliamdan canlarını kurtarabiliyordu. Sparta sapına kadar askeri bir devletin en acımasız tek örneğiydi. Ancak din virüsü ,boş inançlar bu devletin zayıf noktasıydı.Nitekim savaş yaklaşınca eforlar adı verilen,halkı soyan sömüren ruhban sınıfı,Carneia festivalini gerekçe gösterip Sparta ordusunu savaştan alıkoydular. Leonidas seçme 300 askeriyle, Termofil geçidine 800 bin kişilik Pers ordusuna karşı koymaya gitti.Dar bir geçitte düşmanı oyalamaktan ve zaman kazanmaktan başka çaresi yoktu. Persler'de sıkıntı içine girmişlerdi, hesapsız kalabalık ordunun ikmal iaşesi çok büyük sorundu,bir an önce sonuç almak için Termofil geçidine saldırdılar.Saldırı öncesi fırtınalar denizde bir çok gemilerini batırmıştı ve zaman onların aleyhine işliyordu.Ancak Leonidas ve seçme 299 elit Sparta askeri bir savunma destanı yazdılar.Kserkses çılgına dönmüştü.En elit askerleri ölümsüzler dahi bozguna uğramıştı. Sparta askerlerini o geçitten çıkarmanın mümkünü yoktu. Sakat doğup ailesi tarafından öldürülmeye kıyamayan Spartalı Ephialtes adlı biri Kserkses'in imdadına yetişti.Para karşılığı dar bir patikanın gizli yerini Perslere gösterdi.Her yönden kuşatılan Leonidas ve askerleri son umutsuz bir çarpışmadan sonra imha edildiler.Kserkses öyle sinirlenmiştiki saygıyı boş verip Leonidas'ın kafasını kestirdi ve kalan gövdenin çarmıha gerdirilmesini emretti. Persler Atina ve Acropolisi ele geçirdiler,yaktılar, yıktılar.Ama donanmaları Salamiste Kserkses'in gözü önünde mahvoldu.Bunun devamını eğer yorum ve beğeni olursa yazarım:)Sevgili tarih severler ve tarihe gönül veren gençler şunu unutmayın yazılı,3000 yıllık tarihsel süreçte sadece 240 yıl, insan oğlu barış ve huzur görmüştür.Barışın kıymetini bilelim,savaş köpeklerinin tuzağına düşmeyelim.Çığırtkanlık yapanlar her zaman menfaat peşindedir ve kanla beslenirler.Hiç görmediğimiz, hiç gitmeyeceğiniz yerler için savaşalım diyen insanlar, sizi sadece ölüme acıya götürür.Asla kendileri ve oğulları cephede görünmezler, bunları hiç unutmayın.
-
Birincisi olayın taş olmakla ilgisi yok. Pompei, Vezüv yanardağına çok yakın bir yerleşim birimidir. Olay M.S. 80 yıllarında gerçekleşmiştir. Yanardağ lav püskürtmeden önce zehirli bir gaz çıkartmıştır. Bu gaz genzi yakan ve kısa sürede insanları öldürebilecek nitelikte bir gazdır. Olayın gece yarısı olması insanların bu gaza uykuda yakalanmasına ve kaçamamalarına neden olur. Çoğu insan ve hatta şehirde yaşayan köpekler bir kaç dakika içinde ölür. Daha sonra şehre volkanın külleri dökülür. Bu küller şehrin üstünde üç dört metre bulacak biçimde birikir. 1900’lü yıllarda yapılan arkeolojik çalışmalarda bir arkeolog küllerin arasında biçimli boşlukların olduğunu fark eder. Bu türden bir boşluğa sıvı alçı dökerek kalıbını çıkartır, çıkan sonuç öldükten sonra üstüne kül biriken canlılar zamanla yok olmuşlar ama bedenlerini çevreleyen kül tabakasının sertleşmesiyle şekilleri korunmuştur. Bugün Napoli’de yaşayan birine yanardağın lavıyla insanların taşlaştığını söylerseniz ya da ilahi bir gücün onları taş ettiğini söylerseniz size malum organıyla gülerek onların birer alçı olduğunu söyler. Olayı bilmeyenler için birer muamma olan bu ‘taşlaşmış’ insanlar aslında tamamen zehirli gazla ölüp üstüne kül biriken insanların neredeyse 1800 yıl sonra bulunup alçıdan kalıplarının çıkartılmasından ibarettir.
-
Tanecikler yüksek hızlara çıkması ve enerjilerinin artmasının keşfiyle ilginç ve yapay dediğimiz bir çok atom türü keşfedilmiştir. İlginç ve yapay atomlar sıradan atomlardan farkı proton ve nötron, dolayısıyla orbitalde elektronların farklı olmasıyla diğer atom türlerinden ayrılırlar, biz bugün üç atom türünü inceleyeceğiz. İlginç ve yapay atomlar sırasıyla pozitronyum, müonyum ve antihidrojendir. Pozitronyum ilk kez 1949 yılında M.Deutsch tarafından keşfedilmiştir. Bu atom türü merkezde pozitron ve dış yörüngede ise elektron barındırmaktadır. Doğal olarak elde edilen pozitronyumlar Na-22 atomuyla etkileşerek katı veya gaz ortamda ondan elektron koparması ve bünyesine almasıyla oluşmaktadır. Ortalama ömrü çok kısa olan bu tür atomların bozunma süreci ise gama ışımasında son bulur. Diğer yandan pozitronyum eğer spin durumu 0 olur ise bu kez parapozitronyum adını alır ve ortalama ömrü ise 1,25.10^-10 olmaktadır, eğer spin durumu durumu 1 olur ise (bu nadiren görülür) bu kezde ortopozitron adını alarak ortalama ömrünü uzatır, yaklaşık ömrü 1,4.10.^-7 s olan bu tür atomların bozunması ürünleri ise aynıdır hepsi gama ışınımı şeklinde yayımlanmaktadır. Bu tür atomların ise Bohr-Sommerfeld atom teorisini destekliyor oluşudur. Yoğun madde fiziği, modern tıp ve elektronik teknolojisinin gelişmesi pozitronyumun çalışma alanını genişletmektedir, şöyle ki, bu tür atomlar hasta dokuların bulunmasında ve beyin tomografisinin çekilmesinde aranılan bir atom türü olmuştur. Diğer bir atom modelimizde müonyumdur, bu atomda bünyesinde müon ve elektron bulundurmaktadır. Bu tür atomlar eşit derecede tanecik barındırmadığı için yörüngelerinde birbirlerinin yok edip enerji açığa çıkarmazlar, bu tür atomlar ise daha çok spektroskopi de kullanılmaktadır. Ve son atom türümüzde antihidrojendir. Bu atomların özellikleri ise daha uygun ve karakteristik olmalarıdır. Bu tür atomların merkezinde ise antiproton ve pozitron vardır, ilk kez CERN de dolaylı olarak bulunsa da, daha sonra 1996 yılında W.Oelert ve ekibi tarafından bulunmuşlardır. 15 saat içinde 10^10 adet antiprotondan ancak 8 adet antihidrojen üretilebilmiştir. Daha sonra ise yani 2002 yılında bu durum daha düşük sıcaklıklarda/kriyojenik (4-15-K) 1 s içinde 300 antihidrojen elde edilerek bu tür atomların gözlenmesi sağlanmıştır. Bu tür atomların gözlenmesi ise NaI'ün sintilasyon sayaçlarının varlığıyla açığa çıkmaktadır. Yine bu tür atomların varlıklarının gözlenmesi madde ve antimadde simetrisinin olup olmadığını gözlemektir. [1]. Prof.Dr. Mustafa Cebe - Kuantum Kimyası (Dora Basın Yayınevi - 2011) [2]. https://www.homeopathyschool.com/the-school/provings/anti-matter/
-
Fiziksel dünyadaki her şeyi kapsayacak ve açıklayacak bir matematiksel model için şaka yollu bir isim.(Keşif henüz doğrulanmış değildir). On yıllar boyunca, Kutsal Kase’nin peşinde koşan şövalyeler gibi dünyanın her yanında fizikçiler de temel parçacıkları ve kuvvetleri açıklayan birleşik bir kuramdan oluşturulacak tek bir kuram aradılar. Temel parçacıklar, maddenin esas birimleridir. Elektronlar, protonlar ve nötronlar en iyi bilinen parçacıklardır. Standart modele göre, evreni bir arada tutan dört temel kuvvet vardır. ‘Kütle çekim’ kuvveti uzun menzilli güçtür; koltukları döşemenin üzerinde ve gezegenleri yörüngelerinde tutar. ‘Elektromanyetik kuvvet’ yüklü parçacıklar arasındaki çekme ve itme kuvvetidir; ampullerin ışıldamasını ve asansörün yukarı çıkmasını sağlar. ‘Baskın/güçlü kuvvet’ atom çekirdeklerini bir arada tutar; atom çekirdeğindeki protonları ve nötronları birbirine bağlar. Her Şeyin Kuramı[/caption] ‘Zayıf kuvvet’ de bir tür çekirdek kuvvetidir; uranyum gibi radyoaktif elementlerin nükleer bozunmaları esnasında temel parçacıkların atom çekirdeğinden dışarı fırlatılmalarına neden olur. Bu kuvvetlerin şiddetleri çok farklı düzeydedir. Şiddetlerine göre; baskın, elektromanyetik, zayıf ve kütle çekimi olarak sıralanabilir. Baskın kuvvet, elektromanyetik kuvvetten 100 kat güçlüdür; elektromanyetik kuvvet ise kütle çekim gücünden bir sekstilyon (1’den sonra 36 sıfır) kat daha güçlüdür. Einstein, 1915 yılında kütle çekim kuvvetinin davranışlarını açıklayan genel görelilik kuramını yayımladıktan sonra kütle çekim gücü ile elektromanyetik kuvvet arasında bağlantı kurmaya çalıştı ama başarılı olamadı. 1970’li yıllarda başka fizikçiler, (bu teori Abdussalam,Weinberg ve Glashow tarafından yapılmıştır) zayıf kuvvet ile elektromanyetik kuvvetin tek bir elektrozayıf gücün farklı yönleri olarak görülebileceğini gösterdiler. Baskın gücü de bu kombinasyona dahil etmeye çalışan kuramlar ‘büyük birleştirme kuramları’ olarak bilinirler. Ne var ki geriye kalan son kuvvet olan kütle çekim kuvvetini de eklemeyi fizikçiler uzun zamandır başaramıyorlar. Bu konuda önemli bir dönüm noktası, 1980’lerde fizikçiler her şeyin süpersicimler halinde var olduğu görüşünü ortaya atmalarıydı. Bunlar bobin formunda, hayal edilemeyecek kadar ince sicimlerdir ve o kadar küçüktürler ki 1000 kentilyon (1’den sonra 33 sıfır) tanesi uç uca eklendiğinde yalnızca 1 cm uzunluğunda olur. Süpersicim kuramı dışında, günümüzde her şeyi kapsayan başka kuramlar da var ama hiçbiri üzerinde uzlaşma sağlanmış değildir.
-
Erkeğin orgazm sonrası belirli bir süre kendisine, partnerine ve çevresine karşı yabancılaşması; boşluk ve anlamsızlık hissetmesinin evrimsel psikolojideki yeri nedir? Öyle ki bazı erkekler orgazm sonrası yaklaşık on beş dakika hem kendisinden hem partnerinden nefret bile etmekte. Doğa bize “seninle işim bitti, yürü git” mi diyor, nedir bu olay? Bu durum salgıladığımız hormonlardan kaynaklanıyor. Orgazma ulaşmadan önce, vücut heyecanlı bir halde ve cinsel arzuyu ve hazzı arttıran hormonların etkisiyle yanıp kavruluyor. Orgazma ulaşıldığında, vücudumuzun ürettiği doğal zevk artırıcı olan endorfin hormonumuz serbest bırakılıyor. Bize o kadar iyi hissettirmesinin ve mutlu etmesinin de sebebi bu. Orgazm bittiğinde ise sinir sistemi libidonuzu soğutmanın ve sizi rahatlatan diğer hormonları serbest bırakmaya başlıyor. Kötü duygular kısmen orgazmdan sonra salınan hormonlardan kaynaklanıyor ve etkileri kişiden kişiye farklılık gösterebiliyor. Kişi üzerindeki etkisi hafifse, rahatlamaktan başka bir etkisi olmuyor, ancak eğer güçlüyse kişiye depresif bir ruh hali verebiliyor. Bu tamamen normal bir durum ve bunun önüne geçebilmek için yapabileceğimiz pek bir şey yok. Kendi vücudunuzun nasıl tepki gösterdiğini öğrenmekten ve bunu kabul etmekten başka çareniz yok. Bu geçici ruh halini olduğundan daha ağır anlamlar yükleyerek kendinizi ve partnerinizi sorgulayarak, kendinizi de partnerinizi de gereksiz bir yükle yormanıza gerek yok. Bu geçici duygu durum dengesizliğine literatürde Post-coital tristesse (PCT) ya da post-coital dysphoria (PCD) deniyor. Araştırmanızı bu anahtar kelimeler üzerinden detaylandırabilirsiniz.
-
Tetanoz (Tetanus, Tetanosis, Kazıklı Humma, Doluca)
konu Bilim Forum içerik ekledi : Hastalıklar ve Sağlık
Clostridium tetani toksinleri (neurotoxin) tarafından meydana getirilen hiperestezi, tetani ve konvülziyonlar ile nitelendirilen ölümcül bir hastalıktır. Bütün memelilerde görülür. İnsanlar hariç tutularak olursa atlar diğer hayvanlara oranla çok duyarlıdır. Köpekler kısmen dirençlidir. Kediler daha dirençlidir. Dünya çapında yaygın bir hastalıktır. Etiyoloji: Clostridium tetani gram pozitif, anaerob, 4-5 mikron büyüklükte bir basil olup, dış ortamda (aerobic) spor teşkil eder. Sporları ahır zemininde yıllarca canlı kalır. Buhar ile sterilizasyona 15-90 dakika süreyle dayanır. Bu nedenle cerrahi aletler otoklavda sterilize edilmek zorundadır. Normal koşullarda atların mide-bağırsak boşluğunda ve dışkılarında bol miktarda mevcuttur. Bu nedenle at ahırları, tavlalar ve at dışkısı ile bulaşık ortam bol miktarda etkenin sporlaşmış formlarını içerir. Sporları dış ortamda çok dirençlidir ve uzun süre yaşar. Dezenfektanlara dirençlidir. Birçok toksin üretir. Ama önemli olanı neurotoxindir. Bu mikroorganizma dış ortamda spor teşkil eder ve normal koşullarda hayvanların mide-bağırsak boşluğunda ve dışkılarında bulunur. Sporları terminal olarak yer alır. Sporlar organizmaya derin yaralar ile girer. Ayrıca doğum esnasında genital yolla da girebilir. Kastrasyon, aşılama ve diğer enjeksiyonlar giriş nedenidir. Derin yaralara giren sporlar oksijensiz ortamda çoğalarak toksin üretir. İnkubasyon periyodu birkaç gün ile 4 hafta veya daha uzun olabilir. İdiyopatik tetanoz (rumende neurotoksin üretimi) olgularındanda bahsedilmektedir. Neurotoksinin sentral sinir sistemine ulaşması periferik sinirler yoluyla olmaktadır şeklinde ifade edilmekle beraber taşınma şekli tam olarak bilinmemektedir. Bazıları da kan ve lenf yoluyla ulaştığını ileri sürmektedir. Hayvan dışkıları ile bulaşık ahır, tavla ve dışkı ile bulaşık ortam bol miktarda etkenin sporlaşmış formlarını içerir. Sporları dış ortamda çok dirençlidir ve uzun süre yaşarlar. Kuzular kuyruğa garo uygulama ve kastrasyon nedeniyle daha duyarlıdır. Patogenez: Cl. tetani sporları organizmaya derin yaralar, enjeksiyonlar, göbek kordonu yaraları ve doğuma müdahale yoluyla girer ve buralarda üreyerek ekzotoksin (neurotoxin) meydana getirir. Kültür ortamlarında 36-39 santigrat derecede enfekte yaralarda olduğu gibi neurotoxin sentezler. İnkubasyon periyodu 5 gün ile 3 hafta (10-14 gün) arasında değişir. Yaralanmalar, operasyon aletlerinin sporlar ile enfekte olması, göbek kordonu, aseptik enjeksiyonlar, vurma ve çarpma yaraları, operasyon yaraları yolu ile mikroorganizma vücuda girer ve anaerobik ortam bularak vejetatif hale geçerek exotoxin açığa çıkarır. Tetanospasmin, tetanolysin ve nonspazmojenik toksin olmak üzere üç tür ekzotoksin salgılar. Tetanolizin lokal doku nekrozunu arttırır ve antifagositiktir. Nonspazmojenik toksin periferik sinir sisteminde paralize neden olur. Tetanospazmin periferik sinirlerin aksonları yolu ile ascendens olarak yayılır ve nöronlar arası iletiyi irreversibl olarak inhibe ederek, nörotransmitter maddeler olan glicyne ve y-aminobutyric asit (GABA) salgılanmasını bloke eder. Sonuçta normal motor refleksler inhibe edilir ve tetanik kontraksiyonlar meydana gelir. Çizgili ve düz kaslar kasılır. Toksin 3 hafta süre ile bağlı kalır. Semptomlar: İnkubasyon periyodu yaranın durumuna veya operasyon süresine bağlı olarak değişir. Aşılamanın olmaması ve yara anamnezi hastalıktan şüphelenmek için yeterli olmakla beraber, klinik muayenede herhangi bir yara bulunmayabilir. Hatta yara kabuk bağlamış olabilir veya hiçbir yara izi yoktur. İlk belirtiler kaslarda sertlik, yürümekte isteksizlik ve kas titremeleri şeklindedir. Diğer semptom baş yukarı kaldırıldığında üçüncü göz kapağının gözün önünü kapatmasıdır. Semptomlar birdenbire ortaya çıkar. Yem almada ve su içmede güçlük, kas gruplarında sertleşmeler, tutuk ve dengesiz yürüyüş, terleme başlangıç semptomlardır. 24-48 saat içinde baş ve boyunda gerilme, ekstensor ve fleksor kasların beraberce kontraksiyonu sonucunda ekstremiteler bükülemez. Çene kilitli (trismus-lock jaw) olup, yem ve su alınamaz (dysphagia). Baş ve boyun kaldırıldığında palpebra tertia göz küresinin önünü kapatır. Bu semptom tetanoz için patognomiktir. Sempatik sinir sisteminin uyarılmasına bağlı sancı hali vardır. Kuyruk kalkık, karın çekik olup, idrar yapma ve defekasyon durmuştur. Dyspne görülür. Uyarılara karşı aşırı duyarlılık söz konusudur. Ses ve gürültüye bağlı olarak eksitabl hale gelmiştir. Kastal tahta gibi serttir. Yatar pozisyondaki hayvanları ayağa kaldırmak mümkün değildir. 2-3 gün içinde hipostatik pneumonie, gangrenli pneumonie ve interkostal kas tetanisi sonucunda solunum kasları paralizinden hayvan ölür. Tetanozlu hayvanlarda klinik muayene ihtiyatla yapılmalı, enjeksiyonlar ve sondalama işleri yapılırken dikkatli olmalıdır. Tanı: Klinik semptomlara ve yara anamnez bilgilerine göre konur. Enfekte hayvanların serumunda tetanoz toksinini ortaya koymak mümkündür. Yaralardan etkeni gram boyama ile ortaya koymak ve anaerobik kültürünü yapmak mümkündür. Kontrol: Tetanoz toksoid aşıları ile aktif bağışıklık sağlanır. Geniş ve derin yaralardan sonra 1.500-3.000 İÜ veya daha fazla miktarda tetanoz antitoksini yapılır. Yaklaşık 2 hafta süre ile koruyucudur. 30 gün sonra tekrarlanır. Gebe kısraklar gebeliğin son 6 ayında aşılanır. Taylar 5-8 hafta arasında aşılanır. Yüksek risk içeren bölgelerde taylara tetanus antitoksini verildiğinde 2-3 hafta ile 3 ay süre arasında korur. Kaynakça: Bilal, Tarık., Sığır Hastalıkları, Bakteriyel Hastalıklar, 2013, 365-368. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır. -
Listeriosis (Listerellosis, Circling Disease)
konu Bilim Forum içerik ekledi : Hastalıklar ve Sağlık
Ensefalitis ve meningoensefalitis erişkin ruminantlarda en çok görülen klinik şeklidir. Bakteri yüksek oranda hayvanların bağırsak boşluğunda yer alır. İhbarı mecburi hastalıklardandır. Etiyoloji: Listeria monocytogenes küçük, hareketli, gram pozitif, spor oluşturmayan, fakültatif intrasellüler difteroid kokobasildir. 4-44 satigrat dereceler arasında gelişir. Beyin dokudan bakterinin izolasyonu için soğukta zenginleştirme yöntemi mikroaerofilik (önemli) koşullarda yapılır. Her yerde saprofit olarak bulunur. Evcil hayvanlardan yaklaşık 42 ve kanatlı, balık, kabuklular, insektler, su ve silaj yemlerinden 22 türü izole edilmiştir. L. monocytogenes’in doğal rezervuarı toprak, silaj dip suları, memelilerin mide-bağırsak kanalı, bulaşık bitkiler ile yem maddeleridir. Hayvanlardan hayvana bulaşma feko-oral yolla gerçekleşir. Listeriosis öncelikle silaj ile beslenen sığır, koyun ve keçilerde kışın son ve ilkbaharın ilk aylarında görülür. Etken düşük asidik pH’ya sahip kalitesiz silaj yemlerinde ürer. Mısır ve ot silajlarında üremesi daha kolaydır. Kapalı ortamda bakılan sığırlarda hastalığa neden olur. Düşük kaliteli silaj yemleri ile beslenmeye başladıktan 10 gün sonra hastalık ortaya çıkmaya başlar. Kışın son ayları (Şubat) ile ilkbaharın başlangıcında (Mart, Nisan) açıkta kalan silaj yemlerinde aşırı miktarda çoğalarak yemlerle birlikte (oral) alınır. Bu nedenle silaj tüketilen hayvancılık işletmelerinde hastalığa rastlanır. Etken rutubetli ortamda 1 yıl, dışkıda 160 gün, saman üzerinde 6-7 ay canlı kalabilir. Yavru atan koyun ve ineklerin plasentaları çevreyi bulaştırır. Transplasental yolla fötus enfekte olur. Enfekte hayvan sütleri ile bulaşır. https://www.youtube.com/watch?v=h9rQJKD38ms Patogenez: Listeria organizmaları sindirim veya solunum yolu (inhalasyon) ile alınır. Encephalitis, septisemi, abortus veya latent enfeksiyona neden olur. Ağız mukozasındaki yaralardan girerek encephalitise, bağırsak duvarından girerek plasentitise neden olur. Erişkin ruminantlarda encephalitis veya meningoencephalitis ve abortus, yeni doğmuş ruminantlarda septisemi, kanatlılarda miyokardiyal veya hepatik nekrozis (her ikisi) hastalığın formlarıdır. Listeria encephalitis sığır, koyun, keçi ve domuzlarda görülür. N. trigeminus yoluyla L. monocytogenes ascendens olarak beyin dokuya ulaşarak lokalize enfeksiyona neden olur. Bu formda klinik semptomlar nöronların yıkımına bağlı olarak çoğunlukla tek taraflı olmak üzere trigeminal ve N. fascialis ile ilişkili işlevsel yetersizlikler paralizis veya kendi etrafında dönme (circling) şeklindedir. Septisemik veya visceral listeriosis başta domuz olmak üzere, köpek, kedi, yabani ve evcil kemiriciler ve diğer küçük memeliler gibi monogastrik hayvanlarda gerçekleşir. Bu hayvanlar L. monocytogenes’in bulaşmasında önemli rol oynar. Preruminant pozisyonundaki ruminantlarda bu form gelişir. Yaşlı ruminantlarda ve geyiklerde septisemi formu ortaya konmuştur. Septisemik form lokal hepatik lezyon ile nitelendirilir. Bütün evcil hayvanlar özellikle ruminantlar gebeliğin her döneminde L. monocytogenes’ten ileri gelen placentitis, metritis nedeniyle abortus veya ölü yavru doğumuna yol açar. Süt ve vagina akıntıları ile listeria saçılır. Deneysel olarak oral yolla enfekte edilen hayvanlarda enfeksiyon bağırsak duvarına lokalize olmuş ve dışkı ile uzun süre etken saçılmıştır. Silaj ile bulaşan birçok sığırın latent enfekte oldukları kabul edilir. Semptomlar Encephalitis: Her yaşta, her iki cinsiyete sahip ruminantlarda en sık rastlanan şekildir. 14 gün ile 3 hafta arasında değişen inkubasyon periyodu sonrasında sentral sinir sistemi semptomları ortaya çıkar. Bazen sığır ve koyunlarda epidemik olarak seyreder. Koyun ve keçilerde 24-48 saat içinde hızlı ölüm gerçekleşir. Sığırlarda ise akut seyirlidir. Beyin dokuya lokalize olarak 3-7. kranial sinirlerin işlev yetersizliği ile nitelendirilir. Listeriaların burun ve ağız boşluğundaki yaralanmalar veya diş değiştirme döneminde organizmaya girerek N. trigeminus ve N. facialis yolu ile sentral sinir sistemine ulaştıkları kabul edilmektedir. Listeral meningitise sebep olur. Meningoencephalitis formuna fasial felçte refakat eder. Başlangıçta enfekte sığırlar iştahsız olup, depresse görünümdedir. Uyum sağlayamaz. Sürekli uyku hali, iştahsızlık, salivasyon, hareketlerde azalma, ayakta duramama, düzensiz ateş, göz küresi hareketleri gibi sentral sinir sistemi semptomları gelişir. Daha sonra ahırda ileri geri gezinmeye başlar. Duvara, kapıya dayanır durur veya enfekte tarafın tersine kendi etrafında döner. Sentral fasial felç sonucunda ptosis, kulakta sarkma, yutma güçlüğü ve dudaklarda felç gibi semptomlar ile hastalık başlar. Meningoencephalitis formu ile beraber gözlenen fasial felç olgularında her iki fasial sinir felç olduğundan kulaklar düşmüş, ptosis şekillenmiş, dil ağızdan dışarı sarkar pozisyondadır. Salivasyon, keratokonjunktivitis, körlük, yüz bölgesinde deride duyarlılığın kaybolması, baş bölgesi kaslarında tremor ve ataksi mevcuttur. Fasial paralizis sonucunda kulak düşer. Ağız ve burun bir tarafa çekilir. Dudaklar gevşer. Göz kapakları düşer. M. masseter felç olduğu için yem maddeleri ağızda durur. Son olarak enfekte hayvanlar yere düşerek ayağa kalkamaz hale gelir. Hep aynı pozisyonda yatar ve kalır. 4-14 gün içinde komaya girerek ölür. Hastalığın kendiliğinden iyileşmesi mümkün değildir. Encephalitis olguları sığırlarda %2 düzeyinde iken koyunlarda %10-30 arasında değişir. Kendi etrafında dönen, yerde yatan, baş, kulak ve göz lezyonları mevcut sığırlar beraber bulunur. Listerial abortus: Hiçbir klinik semptom mevcut olmaksızın gebeliğin son 3 aylık döneminde görülür. Genellikle fötus uterus içinde ölür. Yeni doğan ölümü veya ölü doğum şeklindedir. Koyun sürülerinde abortus olguları %20 düzeyindedir. İnekler gebeliğin 4-7 ayları, koyunlarda 3. ayında yavru atarlar. Abortus nedeni endometritistir. Abort yapan sığırlarda retentio secundinarium şekillenir. Septisemi: Yeni doğanlarda L. monocytogenes’ten ileri gelen subakut veya akut septisemiler de mümkündür. Atipik septisemik belitriler sonucunda 3-7 gün içinde ölür. Listeriosisli koyunlarda sistemik asidosis gelişir (<pH:7.2). Serum pyruvat ve laktat miktarları artmıştır. Pyruvat ve laktat değerlerindeki artış Krebs siklusunda thiamin eksikliğine yol açar. Korunma: Listeriosise karşı etkili aşılama yoktur. İlkbahar aylarına kalan bozulmuş silaj yemleri tüketilmez. Silaj ile beslenmeye başlandı ise hastalık göz önüne alınır. Silaj dip sularının pH’sı ölçülür. Zoonoz riski: Atık, zar ve suları, enfekte hayvanların çiğ süt ve etleri insanlarda öldürücü meningitis, septisemi, el ve kollarda papuler ekzantem ile nitelendirilen hastalığa neden olur. Gebe kadınlar risk altındadır. Diğer hayvan türlerine ve insanlara da bulaşır. Eldiven kullanılmalıdır. L. monocytogenes mastitisli ineklerin sütlerinden izole edilmektedir. Süt ile saçılması aralıklıdır. Koyun ve keçi sütlerinden de izole edilmektedir. Çiğ sütler ve ondan yapılan dondurmalar risk teşkil eder. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır. -
İnsan, sığır, koyun, keçi, at, domuz ve kanatlılarda perakut sistemik enfeksiyon, akut veya kronik enteritis olmak üzere 3 büyük sendrom şeklinde seyreder. Dünya çapında yaygın enfeksiyondur. Dana, kuzu ve taylarda septisemik, erişkin sığır, koyun ve atlarda akut enteritis, erişkin sığır ve domuzlarda kronik enteritis formları görülür. Gebe hayvanlar abort yapar. Köpek ve kedilerde semptomlu veya semptomsuz akut ishal ile nitelendirilir. Su, süt, et, kanatlı etleri ve yumurtası yolu ile insanlarada bulaşır. Etiyoloji: Salmonellalar Enterobacteriaceae ailesinden olup, çubuk şeklindedir. Peritrichous flagellaları ( S. pullorum/ gallinarum kanatlıda hareketsiz) ile hareketli, fakültatif anaerobik, glikozu fermente ederek gaz üreten (S. typhia ve bazı S. dublin suşları hariç) ve nitratı nitrite redükte eden bakterilerdir. 2400 serotipi mevcuttur. En önemli suşları S. dublin ve S. typhimuriumdur. Gram negatif, pleomorfik yapıda salmonella türlerinden ileri gelen enfeksiyonlar ruminantlarda önemli bir yere sahiptir. Özellikle genç ruminantlarda ölümle sonuçlanan enfeksiyonlara sebep olur. Başlıca salmonella türleri S. dublin, S. typhimurium, S. newport, S. agama ve S. binzadır. Konakçı spesifik salmonella türleri S. cholerasius, S. typhimurium (domuz), S. abortusovis, S. typhimurium ve S. dublin (koyun), S. pullorum ve S. gallinarum (kanatlı), S. dublin, S. typhimurium, S. newport (sığır) ve atlarda S. typhimurium, S. anatum ve S. serovar IIIa mevcuttur. Enfeksiyonun meydana gelebilmesi için bağırsak florasının bozulmasına yol açan oral antibiyotik kullanılması ve bağışıklık sisteminin baskılanması gerekir. Hayvanlar salmonella türlerini klinik tablo gelişmeksizin taşır. Yabani hayvanlar, hayvansal ürünler, bulaşık su ve yem maddeleri (yumurta, et, süt), kemiriciler, kuşlar, ensektler ve enfekte hayvan dışkıları salmonella taşır. Epidemiyoloji: Danalarda salmonellozisin Ekim-Kasım aylarında ensidansı artarken, Haziran ve Temmuz aylarında düşer. Bu mevsime bağlı değişiklik olarak değerlendirilir. Kontamine yem ve su, insan artıkları, kuşlar, kemiriciler ve ensektler kaynaktır. Bölgesel dağılım bazı salmonella türleri için (S. dublin) önemlidir. Erişkin sığırlar arasında yaygındır. Bazı hayvanlar pasif taşıyıcıdır. Patogenez: Sığırlara salmonella türleri oral yolla bulaşır. Solunum ve konjunktival yolla da bulaşabilir. Paraziter hastalıklar (Fasciolasis), metritis, mastitis, pneumonia, yem değişikliği veya nakliye dispozisyon faktörü olarak etkilidir. Yeni doğanlarda ahır ve doğum hijyenine uyulmaması nedendir. Tek mideli hayvanlarda gastrik asidite bakteriyi elimine eder. Bağırsak epitel hücrelerine yerleşerek ürer (kolonizasyon) ve epitel hücrelerine girerek enteritise neden olur. Oral yolla alınan salmonella etkenleri enterotoksemik ishale neden olur. Hasta veya portörhayvanların dışkıları ile atılan salmonellalar ahır zemini, mera, su ve yem maddelerini enfekte eder. Hastalık bu enfekte materyalin alınması ile bulaşır. Oral yolla alınan salmonellalar bağırsak mukoza hücrelerine ve mikrovilluslara yerleşerek lamina propria’da nötrofil ve makrofajlardan ileri gelen infiktrasyona sebep olur. Yangısal yanıt konakçının direncine ve etkenin patojenitesine göre değişir. Salmonellalar lenfosit, peyer plakları ve mezenterik lenf düğümlerine yerleşerek hücre içinde yaşamlarını sürdürür. Semptomlar: Salmonella enfeksiyonlarında inkubasyon periyodu 1-3 gün arasında değişir. Vücut ısısında artış (40.5-41.5 santigrat derece), iştahsızlık ve durgunluk ile hastalık başlar. Buzağılarda 2-6 haftalık olanlarda görülür. İştahsız ve ateşlidir. İshal mevcut olup, dışkı fşbrin ve mukus kapsar. Nekrotik bağırsak mukozası pseudomembran şeklinde dışkı ile atılır. Yaşlı danalarda koyu kahve renkte ve pis kokulu dışkı belirgibçndir. 5-6 gün içinde hipovolemik şoktan ölüm gerçekleşir. Akut salmonellosis olgularında ölüm oranı %70 düzeyinde olup, 24-48 saat içinde gerçekleşir. Erişkin sığırlarda akut ve subakut formda hastalık görülür. Ateş, iştahsızlık, süt veriminde ani düşüş yanında sulu dışkı kan şeklinde su gibidir. Aşırı salmonella kapsar. Ateş birkaç gün kalıcıdır. Daha sonra hayvan hızla soğuyarak ölür. %75 olguda abortus görülür. Bazı sığırlarda hastalık abdominal sancı ve dehidrasyon belirtileri ile devam eder. Benzer klinik tablo S. typhimurium ile de gerçekleşir. Klinikte hayvanlarda aşağıdaki formlar seyreder. Akut enteritis: Paratifo enfeksiyonu olarak tanımlanır. 1 haftasçdan büyük buzağılarda sulu, muköz nitelikte ishal ve ateş ile nitelendirilir. %100 ölüm ile sonuçlanır. Dana, erişkin sığır ve atlarda akut enteritis şeklinde seyreder. Kısa zaman içinde dehidratasyon gelişerek ölümle sonuçlanır. Başlangıçta dışkıda mukus bulunurken daha sonraları oluşan hemorajik enteritis nedeniyle dışkı kanlı görüntü alır. Tenesmus daima mevcuttur. Ancak paratifo enfeksiyonlarında dışkı sulu kıvamda ve pis kokuludur. Gerek enteritis, gerekse septisemik salmonellozis formlarında ince bağırsaklar aynı enterotoksemide olduğu gibi sucuk gibi şiş ve kanlı içerik ile doludur. Septisemi: Genç ruminantlarda, taylarda ve domuz yavrularında en çok görülen salmonellosis şeklidir. Etken olarak S. dublin sorumlu tutulmaktadır. Bu form en önemli klinik semptom olan ishal şekillenmeden 1-2 gün içinde ölümle sonuçlanır. Durgunluk, iştahsızlık, yüksek ateş, titremeler gibi septisemi belirtileri ile karakterizedir. Enterotoksemik E. coli enfeksiyonuna benzer. Ancak E. coli enfeksiyonları postnatal dönemin ilk haftası içinde ortaya çıkarken, salmonellozis daha sonraki dönemlerde (3-4 hafta gibi) gözlenir. Buzağılarda sinirsel belirtiler meydana gelir. Ölüm oranı %100’dür. Domuz yavrularının derisinde (özellikle kulak ve ventral abdomen) koyu kırmızı renk değişiklikleri (purpura) ile nitelendirilir. Hafif ishal (subakut enteritis): Erişkin at, sığır ve koyunlarda 39-40 derece ateş, iştahsızlık ve beslenme bozukluklarından kaynaklanan ishallere benzer tarzda yeşil renkte ishal ile karakterizedir. Dışkıda genellikle mukus bulunur. Abort (ölü yavru) ishalden sonra ortaya çıkar. Kronik enteritis: Erişkin sığır ve domuzlarda kalıcı ishal, canlı ağırlık kaybı, aralıklı ateş, mukus ve kan içeren ishal ile nitelendirilir. Sağaltıma yanıt şansı zayıftır. Tanı: Klinik semptomlar, dışkının laboratuvar muyenesi ve enfekte hayvanların dokuları incelenerek tanı konur. Septisemik formda hayvanlar ölü bulunur. Enteritis ve hafif enteritis formlarında en belirgin semptom ishal ve yüksek ateştir. Dışkı gri-yeşilimtırak renkte olup, daima mukus ve kan içerir. İlerlemiş olgularda dışkı su kıvamında ve pis kokuludur. Salmonellosis’in bütün formlarında sancı mevcuttur. Total lökosit sayısı ve fibrinojen miktarı artmış, total protein değeri azalmıştır. Hematokrik değer, kan üre-nitrojen değerleri artar. Kesin tanı etken izolasyonu ile yapılabilirse de salmonellaların saprofit olarak bağırsaklarda bulunması açısından pratikte izolasyonun anlamı yoktur. Üstelik izolasyon bazı giçlüklere sahiptir. Antibiyotik uygulanmamış olgulardan swab ile örnek alınarak izolasyona gidilir. Septisemi olgularında kan kültürü ve oral sekresyon kültürüde yapılabilir. Dalak, karaciğer, hepatik, mediastinal ve bronşial lenf düğümleri salmonellaları kapsar. Salmonella enfekte hayvanları saptamak için serolojik tekniklerden de yaralanılır. ELISA testi geliştirilmiştir. Ancak serolojik testleri yorumlamak güçtür. Kontrol ve aşılama: Büyğk sorundur. Taşıyıcı hayvanların ve bulaşma basamaklarını ortadan kaldırılması olanaksızdır. Taşıyıcı hayvanların saptanması, koruyucu amaçla antibiyotik kullanımı, hayvan nakillerinin önlenmesi, dışkı ile bulaşmış yem ve su, kontamine ahır ve barınakların dezenfeksiyonu, enfekte hayvanlar ile temasta personel hijyeni, stres faktörlerinin en düşük düzeye indirilmesi, fötal membranların eleminasyonu ve canlı attenue aşı kullanımı gibi basamakları kapsar. Kabaca hijyen, antibiyotik ve aşılama uygulanır. Bulaşık olmayan su ve yem, kemirici ve kuşlarla mücadele ve doğum hijyeni önlemleri alınır. Hastalığı atlatanlar portör olduklarından sağlık bilgisi önlemlerinin alınması gerekir. Salmonellalar intrasellüler bakteri olduklarından en uygun bağışıklık sağlayabilmek amacıyla canlı aşı kullanılması gerekir. Canlı attenue edilmiş salmonella aşıları sığır, domuz ve kanatlılarda kullanılır. Canlı attenue edilmiş S. cholerasuis aşısı domuzlar için üretilmiştir. Salmonella etkeninin virulensi O antijenine bağlıdır. Sığır salmonellozundan korunmada aşılama önemli rol oynar. Gebebinekler doğumdan 7 ve 2 hafta önce bakterinler ile aşılandığında doğum sonrası çok duyarlı oldukları ilk hafta içinde buzağılar kolostral antikorlar tarafından korunmuş olur. Kaynakça: Bilal, Tarık.Sığır Hastalıkları.,Bakteriyel Hastalıklar., 2013.,361-365. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır.
-
Echinococcus granulosus granulosus köpeklerde, Echinococcus multilocularis tilki ve ender olarak köpek ve kedilerin ince bağırsaklarında yaşayan tenyalardır. Echinococcus granulosus koyun,sığır, at, domuz, kanguru ve insanlarda, E. multilocularis farelerde akciğer ve karaciğerde kistlere neden olur. Etiyoloji: Köpekler çok küçük tenyalardan (2-7 mm) Echinococcus granulosus granulosus'un son konakçısıdır. Köpekler dışında tilki, kedi ve dingo gibi diğer et yiyenlerde de olgunlaşır. Ara konakçılarda tenyanın kistik formu (kist hidatid) meydana gelir. Ara konakçı olarak büyük-küçük ruminantlar, domuz, insan ve kangurular sayılabilir. Dışkı ile atılan proglottid'leri içeren son halkaları veya bağırsaklarda serbest hale geçen yumurtaları ara konakçılara bu arada insanlara da bulaşır. Ara konakçıda oncospher serbest hale geçerek kan dolaşımı yoluyla karaciğere veya diğer organlara ulaşarak metasestod gelişir. Bu kistlerde protoscolex mevcuttur. Et yiyenler kist içeren organları veya kemiricileri alarak enfekte olur. E. granulosus'un prepatent dönemi 5-6 hafta, E. multilocularis'in prepatent dönemi 4 hafta kadardır. Yaşam döngüsü: Erişkin ekinokoklar ortalama 5 mm boyunda olup, et yiyenlerin ince bağırsaklarında yer alır. Olgunlaşmış son halkaları dışkı ile dışarı atılır, parçalanır veya bu parçalanmış halkalardan yumurtalar ortama yayılır. Enfekte köpeklerde hiçbir klinik semptom mevcut değildir. Dışkı ile dışarı atılan yumurtalar yem, su ve otlar yoluyla arakonakçılar tarafından alınır. İnce bağırsaklarda açılarak larvalar doku tercihi yapmaksızın kan yolu ile organ ve dokulara yayılır. Ancak en çok tercih ettiği organlar yoğun kapiller damar ağı içeren karaciğer ve akciğer gibi organlardır. Son konakçı hayvan dışkısı ile direkt veya endirekt olarak temasta bulunan insan ve diğer hayvanlardır. Özellikle esas konakçı dışkısı ile temasta olan çocuklar, veteriner hekimler ve hayvan bakıcıları kist hidatid yönünden risk altındadır. E. granulosus sığır, domuz, at ve diğer otyiyenlerde ve aynı zamanda insanlarda kist hidatiğe neden olur. Döngü çiğ olarak kist içeren karaciğer, akciğer ve dalak gibi organları tüketen et yiyenlerde gerçekleşir. E. multilocularis ise yabani hayvanlar arasında gerçekleşir. Semptomlar: Ekinokok kistleri klinik semptomlara neden olmaz. Çok sayıda ve büyük kistler canlı ağırlık kaybı, diyaframaya basınç yaparak solunum güçlüğü ve abdominal hacim artışına neden olur. E. granulosus %60 oranında karaciğerde, %20 oranında akciğerde ve %20 oranında değişik organlarda yerleşir. Alveoler ekinokokkoz E. multilocularis'e bağlı olarak birincil olarak karaciğerde, ikincil olarak metastaz şeklinde diğer organlarda yerleşir. Ara konakçıda infiltratif tarzda ve tümöre benzer yapıda yaygındır. E. granulosus dünya çapında yaygındır. E. multilocularis ise, Kuzey Amerika, Kuzey ve merkezi Avrupa, Orta Doğu, Rusya gibi bazı ülkelere lokalize olmuş haldedir. Tanı: Son konakçıda proglottid'lerin saptanması güvenli bir tanı yöntemi değildir. Dışkıda ekinokok yumurtaları ortaya konabilir. Ancak diğer tenya yumurtaları ile ayırıcı tanı yapılamaz. Dışkıda antijenler (koproantijen) ELISA yöntemi ile ortaya konabilir. E. multilocularis yumurtalarının identifikasyonu PCR ile yapılır. İnce bağırsaklardaki ekinokokların ortaya konması özel güvenlik önlemleri alınmış laboratuvarlarda mümkindür. Ultrasonografik karaciğer muayenelerinde multiloküler yapıda ince cidarlı irili ufaklı kistler ortaya konarak aspirasyon biyopsisi yapılır. Sağaltım: Köpek ve kedilere yaşam döngüsü nedeniyle 2.5-3 ay ara ile praziquantel verilir. Kontrol ve korunma: Et yiyenlere kist hidatik içeren enfekte organlar veya karkas yedirilmez. Düzenli olarak 6 hafta ara ile tenyalara etkili ilaçlar ile ilaçlanır. Bu ilaçlama koyun sürüleri ile dolaşan çoban köpeklerinde veya sahipli köpeklerde periyodik olarak yapılmalıdır. Köpek ile temasta olan insanlar devamlı olarak ellerini sabun ve su ile yıkamalıdır. Ekinokok yumurtaları kıl ile tüylere yapışıp kalarak uzun süre enfektif özelliğini yitirmez. Kanatlılar, köpek malzemeleri, rüzgar ve su ile taşınır. Yumurtalar dondurulmuş ortamlarda bir yıl süre ile canlı kalır. Isı ile tahrip olur. Ancak güneş ışığı etkisinde en az 3 hafta içinde yıkıma maruz kalır. Kist hidatid protoskoleksleri veya içinde mevcut hidatid kumu içerir. Her bir protoskoleks köpek tarafından alındıktan sonra ince bağırsaklarda yeni bir tenya gelişir. Şayet ara konakçıda kist hidatid patlayacak olursa, yeni kistler meydana gelir. Konakçıdaki kist hidatid'lerin patlaması sonucunda anafilaktik şok, dolaşım kollapsı ve ölüm şekillenir. Geniş ve büyük kistler hareket, travma veya bedensel etkinlik esnasında kolayca patlar. Ara konakçı olarak herbivorlardan özellikle koyun ve sığır, omnivorlardan domuz ve insan sayılabilir. Karnivorlar E. granulosus'un birincil konakçısıdır. Bu tenyanın ara konakçısı ise otyiyenler, domuz, insan ve diğer bazı memelilerdir. Karnivorların dışkılarındaki yumurtayı ot ve sularla alarak enfekte olurlar. Yumurtadan karnivorlar için enfektif özellikte olan kist hidatid karaciğer ve akciğerlerde gelişir. Ancak enfekte larvaların konakçıda organ seçmesi söz konusu değildir. Domuz ve koyunlarda kist hidatidler kapiller damarlardan zengin karaciğer ve akciğerlerde meydana gelir. Hidatid kistler klinik olarak hiçbir semptom doğurmaz. Ancak kesim sonrası ortaya konabilirler. Blog bölümünde Zeynel Veisoğlu tarafından yazılmıştır. Üyeliğini aldığında hesabına aktarım sağlanacaktır.